KURT YAVRUSU
  FETOİZM VE GÜLEN
 

 


ein Bild

DİNLERARASI DİYALOG, SAF BİR PROJE Mİ?

Dinler arası diyalog üzerine bir derkenar

"Sen milletlerine (dinlerine) tabi oluncaya kadar Yahudiler ve Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar." Bakara 120

Diyalog, kelime olarak pozitif bir anlam taşımaktadır, Grekçe “dialogos” Latinceye “dialogus” sohbet etme anlamında geçmiştir ve nihayet diyalog, bireyler ve toplumlar arasında ya ekonomik, ya psiko-sosyal, ya da kültürel, ekonomik ve politik düzeyde olur. Diyaloğun mutlaka çıkar gözetmemesi ön şart değildir. Zira, diyalogda bulunan kesimlerin elbette bir birilerinden bekleyecekleri, bir takım çıkarları, taktik ve stratejik hedefleri söz konusu olacaktır. Yani diyalog sadece tanımaya yönelik bir anlam taşımamaktadır.

İşte bu nedenledir ki, 1962-1965 tarihleri arasında 141 ülkeden 2860 kadar temsilcinin katılımı ile gerçekleşen İkinci Vatikan Konsili, üç yıl içerisinde önemli kararlar aldı. Bu kararların en önemlisi şüphesiz “Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryasının” kurulması idi.

Artık Papa 23. John, Asya kıtasının hıristiyanlaştırılması zamanının gelip geçmekte olduğuna inanıyordu. Fakat bu nasıl yapılmalıydı, zira daha önce denenen metodlar esas olarak misyonerliği içinde barındıran bilim kisveli yöntemlerdi; çok büyük çabalara rağmen istenilen sonuçlar alınamamıştı. Örneğin Oryantalism, (Doğu bilimcilik, özelde İslam dünyası), Evangelion (müjdeyi, yani İncil’i yayma), Proclomation (İsa Mesih’in Tanrılığını ve Kutsal Ruh olduğunu açığa vurma, davet), Witness (İsa’nın Tanrı oğlu olduğuna şehadet etme) tüm bu metod ve kavramsallaştırmaların misyonerlik faaliyetinden, yine sömürgeciliğin ve emperyalizmin keşif kolu olarak çalışmaktan başka bir şey olmadığını anlamak, Hristiyan olmayanlar için zor olmadı.

Durumu iyi analiz eden Vatikan, artık diyalog yolu ile hırıstiyanlaştırma faaliyetine girecekti. Zira, diyaloğa kapı aralayan İkinci Vatikan Konsili’nin kilise ile ilgili olan Üçüncü Bölümünde (Lumen Gentium, İnsanların ışığı) şöyle denilmektedir ki, bu diyalogdan Vatikan’ın ve hıristiyanların ne anladığının en büyük delilidir: “Nihayet İncil’i henüz kabul etmemiş olanların, çeşitli biçim ve şekillerde Tanrı’nın Halkı’na katılmaları için yola koyulmaları öngörülmüştür. Ancak Tanrının Kurtuluş Yasası Yaratıcıyı tanıyanların hepsini İbrahim peygambere inanıp, bizimle beraber tek tanrıya inanan Müslümanları da kapsamaktadır. Kilise, Tanrının şerefini yükseltmek ve bütün bu umutsuz (hıristiyan olmayanların, Müslümanlar gibi) insanların kurtuluşunu gerçekleştirmek için Efendimizin Tanrının oğlu İsa’nın “her yaratığa İncil’i vaaz edin” (Markos, 16-16) şeklindeki buyruğunu daima hatırlayarak, özenle İncil’in yayılmasını amaçlayan misyonlarını kalkındırmakta ve sonuna kadar desteklemektedir.”

“Extra ecclesiam nulla salus”

Diğer taraftan, diyaloğun başlatıcılarından 5. Paul da İkinci Vatikan Konsili’nde, diyaloğun gerçek amacı konusunda, konsil üyelerine şöyle seslenir: “İncil, her yaratığa İncil’i vaaz için tüm dünyaya yayılın der; ben ise buna şunları da ilave ediyorum: Misyonerlik için yeni yollar hazırlamak, yeni yöntem ve vasıtaları gözden geçirmek, yeni aksiyonlar, enerjiler meydana getirmek gerekir.”

Ve sonunda diyalog ekibi hemen göreve başladı, önce Kardinal Marella, sonra sırası ile Kardinal Pignodelli, M. Jadot, Kardinal Arinze diyalog şemsiyesi altında misyon faaliyetlerine başladılar.

Evet, Vatikan’ın diyalogdan anladığı kelimenin tam anlamı ile budur. Öyle ki, evliliklerde bile artık Papalar devreye girmektedir. Zaten Benedictus’tan önce Mardin’de diyalog toplantısı yapılırken, tam da o gün Papa İkinci Jean Paul, tüm hıristiyanları Müslümanlarla evlenmemeye, eğer evlenmek zorunda kalırlarsa çocukları mutlaka hıristiyan yapmaya çağırdı. Biz de hıristiyanlarla evlenmeye özendirilmesinin aksine. Aslında hristiyan diyalogcular bir bakıma haklılar, çünkü kilise dogmasına göre, “extra ecclesiam nulla salus.” (Kilise dışında hiçbir hakikat yoktur.!)

Öyleyse Mesih İsa’dan sonra gelen tüm dinler rafizi, yani sapkındır. Hiçbir diyalogcu kilise mensubları direkt söylemezler ama asla İslam’ı vahyi bir din, Hz. Muhammed’i Allah’ın Peygamberi olarak kabul etmezler. Zira kabul ettiğinde, tanrı oğlu Mesih’in bir anlamı kalmaz. Zaten İslam gibi bir din, Hz Muhammed gibi bir peygamber gönderilseydi, Baba Oğul’a, Oğul Havarilere, Havariler de Kiliseye bildirirdi. Bundan dolayı dikkat edilirse, hiçbir diyalog toplantısının sonunda, Kur’an’a, İslam’a, Hz. Muhammed’e atıf yoktur. Çünkü bu hıristiyan dogmaya aykırıdır.

Bırakın İslam’ı, Vatikan, hıristiyanlık içindeki Metodisler, Mormonlar, Albililer, Üniteryenler, Presbiteryenler, Ebionitler gibi mezhebleri bile kafir ilan etmiştir. Yani ne kadar diyalogda olsak bile, bir hıristiyan yüzümüze maslahat gereği söylemese bile, her zaman bilinç altında sapkın bir dine inandığımızı asla unutmayacaktır. Onlar için İslam vahyi değil, sadece sosyolojik anlamda bir dindir. Düşünün, sapkın birisi ile hakikati temsil ettiğine inanan birisinin diyaloğu ne derece sağlıklı olur? Ama bir Müslüman için burada hiçbir takiyye yoktur. Çünkü İslam, hıristiyan ve yahudileri Ehli Kitap kategorisine koyar, yani onlar Teslis inancında ısrar etmedikleri sürece kafir değildirler. Ama Müslümanlar, Hz. İsa’nın “logos” olarak yeryüzünde Baba’nın (Tanrı) İsa’nın bedenine bürünmüş ilah olduğunu reddettikleri için, kesinlikle kilise dogmasına göre sapkındırlar, yani kafirdirler.

Örneğin oryantalistlerin en ılımlısı olan M. Watt bile, İslam’ın Vahyi bir din olduğunu tam olarak itirafa yanaşmamıştır. Hatta Watt’a göre, hıristiyanlar arasında peygamberimizin en yaygın ismi şeytanla özdeş olarak kullanılan “Mahound” kavramıdır. Yani Hz. Peygamber, hıristiyanlara, özellikle Luther ve Evangelistlere göre anti-christtir. Yani, haşa, şeytandır.

Bundan dolayıdır ki, Bush’un dini konulardaki en yakın danışmanları olan Pet Robertson ve papaz Jerry Falwel Graham İslam’ı şerir bir din, Peygamberimizi de gözü dönmüş fanatik olarak nitelendirmektedirler. Burada denilebilir ki, efendim, biz diyaloğu işte bunun için yapıyoruz. Yani bizim amacımız İslam’ın Batı’daki bu pejoratif imajını düzeltmek, barışı sağlamak ve Batılılara İslam’ı öğretmektir.

Hemen belirtelim ki, bu saf niyetli yaklaşımlar, dış gerçekliği olmayan farazi bir iddiadan başka bir şey değildir. Neden?

Birincisi; diyaloğun Vatikan tarafından resmen yürürlüğe koyulmasından itibaren yapılan araştırmalara göre, İslam’ın imajı daha da kötüleşmiştir. Ve bizzat fanatik hıristiyanlar tarafından kasıtlı olarak terörle özdeşleştirilmiştir. İşin ilginç yanı, diyalog kararına rağmen İslam aleyhine olan kampanyalar da papazlar, piskoposlar ve kardinaller daha da etkin rol oynamaktadırlar.

İkincisi; “biz onlara İslam’ı öğretiyoruz” koca bir yalandır. Zira Batılılar, İslam’ı bizden daha iyi bilmektedirler. Özellikle hıristiyan diyalogcular. Örneğin hiçbir diyalogcu arkadaşımızın tasavvuf bilgisi L. Masignon, Titus Buchart’tan iyi değildir. Yine İslam felsefesi bilgileri H. Corbin’den, İslam medeniyeti araştırmaları H. Gibb’den, Kur’an Çalışmaları T. Nöldeke ve İ. Goldziher’den, Ortadoğu Ve İslam Tarihi çalışmaları B. Lewis’ten, İslam Bilim çalışmaları, Helmut Ritter’den daha iyi değildir. Denilebilir ki, bunların bir çoğu vefat etti, bu iddia da yersizdir. Hayır, onların yetiştirdiği yüzlerce öğrenci ve akademisyen, İslamic Research Center (İslam Araştırmaları Merkezi) şemsiyesi altında İslam’a ve Müslümanlara ilişkin eserler vücuda getirmektedirler. Yani bizden İslam’ı öğrenmeye ihtiyaçları yok.

Dinler arası diyalog, saf ve temiz bir proje değildir

Üçüncüsü, barışı korumak, bu da sureti haktan bir iddia.

Hangi diyalog toplantısının Batı’nın, dolayısı ile hıristiyanların, Irak, Bosna, Sudan, Çeçenistan, Kosova, Telafer ve hakeza Filipinler ve Filistin’deki katliamları önlemede etkisi olmuştur?

Hangi diyalog toplantısında Kur’an’ın tuvaletlere atılması, bizzat Bush’un danışmanlarının İslam’a ve Efendimize yönelik meşum hakaretleri kınanmıştır. Bu ne biçim bir diyalogdur Allah aşkına!

Neden özellikle diyalog toplantılarında Peygamberimiz ve Kur’an dışlanır? Zaten bu bir diyalog değil, kelimenin tam anlamı ile hıristiyanlığın ve Greko-Romen değerlerin propogandasının yapıldığı bir monologdan başka bir şey değildir.

Müslüman katılımcılar da “figüran” olarak yerlerini almaktadırlar, o kadar. Zaten diyaloğun “teorisyeni” kardinal Arinze bu konuda şöyle der: “Kutsal yolcu olarak kilise, öteki dinlere mensup insanlarla sürdürdüğü diyaloğun, kurtuluş diyaloğu olduğunun bilincinde olmalıdır.” [Yani sapkın kabul edilen Müslümanları son kurtuluşa erdirmek.]

Demek ki, diyalog, kendisine değer verdiğimiz Hayrettin Karaman hocamızın zannettiği gibi saf ve temiz bir proje değildir. Olamaz da. Özellikle teoloji-ilahiyat alanında hiç olamaz. Zira hıristiyanlar “teslis” inancından vazgeçemeyeceklerine göre ve yine Kur’an’ın “Allah üçün üçüdür diyenler kafir olmuşlardır” ayeti değişmeyeceğine göre, bütün bu diyalog toplantıları samimiyetten uzak kalmaya mahkum olacaklardır. Zaten Arinze ve Karl Barth gibi zevat diyaloğun mutlak anlamda “misyon” ve “davet” (mission and proclamations) temeli üzerinde olması gerektiğini açıkça yazmakta ve konuşmaktadırlar.

Müslümanların diyalogu, tevhid ve tebliğ merkezli olmalıdır

İslam tarihinde elbette Peygamberimizin, Sahabilerin, halifelerin ve Müslüman alimlerin hıristiyan, yahudi, mecusi vs. gibi din mensupları ile diyalogları olmuştur. Ancak bu diyaloglarda İslam’ın özellikle “tevhid” noktasında kendilerine yönelttiği eleştiriler gizlenmediği gibi, İslam’ın bütünsel anlamından ve “tebliğ” faaliyetinden asla taviz verilmemiştir.

Örneğin, Peygamber Efendimizin, dönemin en büyük imparatorluğunun reisi olan Heraklius’a yazdığı mektuptaki uslup ve azamet; bizim diyalogcuların kullandığı üslup ve retoriğe benziyor mu?

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, Allah’ın kulu ve Resulü olan Muhammed’den Rumların büyük reisi Heraklius’a... Hidayet’e ve hakka ittiba edenlere selam olsun. İlan ederim ki; seni tam bir İslami davetle İslam’a çağırıyorum. Müslüman ol, selamet bulursun. Müslüman ol ve Allah sana iki kat ecrini verir. Eğer yüz çevirirsen, tebaanın günahı senindir.” (Bakınız: Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I/219)

Dikkat edilirse, Peygamberimiz bu mektubu kaleme aldırırken, İslam Arap Yarımadasının dışına çıkmadığı gibi, Müslümanların sayısı da milyarın üstünde değildir.

Şimdi diyaloğun neden samimi olamayacağına ilişkin bir örnek daha verelim: Bir Müslümanın, bir Bahai yahut Kadiyani ile diyalogu samimi olabilir mi? Eğer Kur’an’a tam bağlıysa, asla samimi olmaz. Çünkü samimi olabilmesi için, Hz. Muhammed’den sonra Hüseyin Mirza Ali’nin, yahut Gulam Ahmed’in Allah tarafından gönderilen Peygamber olduğunu kabul etmesi veyahut en azından ima etmesi gerekir. Peki bu mümkün mü? Kesinlikle mümkün değil, çünkü, İslam ortodoksisine göre (Ehli Sünnet) onların statüsü, tıpkı yalancı peygamberlerden biri olan Müseylemetül Kezzab, Esved el Ansi ve Tüleyha gibidir. Aynı yargı bir yahudi ve hıristiyan arasındaki diyalogda da geçerlidir. Zira Ortodoks-Rabbinik bir yahudi için henüz Mesih gelmemiştir, son Peygamber de Malakidir. Öyleyse İsa, tıpkı Sabatay Sevi gibi, en büyük sahte Mesihtir ve bundan dolayıdır ki, özellikle katolikler için kahudiler “teosid” dir. ( Yani Tanrı katilidir)

Sinsi planlar ve etnik kimliklerin öne çıkarılması

Peki bütün bu olgulara gerçeklere rağmen, diyalogun samimi olmayacağı açığa çıkmış olmuyor mu? Zaten samimi olmadıkları, yaptıkları beyanlardan da anlaşılmaktadır. Örneğin Fethullah Gülen hoca efendi samimiyetle El Kaide’nin eylemlerini kınarken, Patrik Bartelemoeus, Hahambaşı İshak Haleva, ya da dünya ölçeğinde Papab açıktan, yani resmi anlamda İsrail’in ve Amerika’nın İslam dünyasındaki vahşetlerini asla kınamamışlardır.

Hatta Papa İkinci Jean Paul, Ermeni Patriği İkinci Karakin ile görüşmesinde, Türkiye’yi yirminci yüzyılda en büyük soykırımlardan birisini yapmakla suçlamış ve yine Med Tv’nin yayınları için, yer ve frekans temininde yardımlarını esirgememiştir. Bizim aklı evvel bazı gazeteciler ve diyalogcular dediler ki, efendim Papa yanıldı veyahut yanıltıldı. Tabii bu bir cehaletten başka bir şey değildir. Çünkü Hıristiyan dogmasına göre, Papa yanılmaz da, yanıltılamaz da. Zira Papa’nın infallible [Yanılmaz] sıfatı vardır.

Nerede diyalogdaki samimiyet?

Sonuç olarak, Dinler arası diyalog toplantıları, sinsi hıristiyanlaştırma, etnik kimlikleri ön plana çıkarma, İslam’ı bir nevi protestanlaştırma ve alinasyon (yabancılaştırma) planlarını bünyesinde taşıyan postmodern bir misyon hareketid
ir.

DİYALOG ve MİSYONERLİK AYNI KAYNAKTAN BESLENİYOR


Diyalogçular, Türk toplumuna, "Hz. Muhammed''i Kelime-i Tevhid''den çıkarın" ve "Hz. İsa''da bütünleşelim" derken, "İsa Mesih''i Allah''ın oğludur veya Tanrıdır" diyen Hıristiyanlara uymamızı istiyor ama Hıristiyanlara "Siz de artık şu Allah''ın oğlu inancı ve teslisten vazgeçin" demiyor!


Türkiye artık çok garip bir ülke oldu. Kimin mahkum edileceğine kimin edilmeyeceğine medya karar veriyor. Türk Milleti''ne soykırım suçu yükleyen Orhan Pamuk''u savunuyorlar, bir büfeye bomba koymaktan yargılanan Pınar Selek''i savunuyorlar, yolsuzluktan yargılanan Yücel Aşkın''ı savunuyorlar, Erbakan''ın hapse düşmesini istiyorlar ama onun üzerinde fazla durmuyorlar; kapitalizmin köleleri durumuna düştükleri halde Mehmet Ali Ağca söz konusu olduğunda birdenbire eski komünistlikleri depreşiyor ve başlıyorlar "ülkücü katil" söylemine!
Şu anda ülkücülerle ne alıp veremedikleri var? Ülkücülerin, ihanetlerine izin vermeyeceğinden, kapitallerini ellerinden alacaklarından mı korkuyorlar?


***

Benim asıl üzerinde durmak istediğim konu, Mehmet Ali Ağca''nın kaldığı evden alınıp getirildiği İstanbul Emniyet Müdürlüğü''nde basın mensuplarının görüntü aldığı sırada, yüksek sesle ''Ben mesihim, I''am not god (Ben Tanrı değilim)'''', "Ben tanrı değilim, ben tanrının oğlu değilim" diye defalarca seslenmesi!

Ağca, aynı sözleri, İngilizce ve İtalyanca da söyledi. Yani mesajı Türkiye'ye değil, Hıristiyan alemine verdi ve bu mesajlar bence çok önemliydi.

Çünkü, Prof. Dr. Yümni Sezen''in "Dinlerarası Diyalog İhaneti" adlı kitabında ifade ettiği gibi, "Hıristiyanlar için Hz. İsa, peygamber değildir, tanrılığın üçte bir kutbudur. Bazen doğrudan Tanrı''dır. İnsan-Tanrıcılık demek olan hümanizmi, bunlar üretmişlerdir. Yahudilerde de Tanrı ile güreşen ve Tanrıyı yenen, ondan ahit alan bir peygamber söz konusudur. (Tevrat, Tekvin, 32/24-30)

Peygamberlere inanmayan böyle bir dini dünya ile, başka inanmayanlara karşı dini diyalog yapacağız, çözümler üreteceğiz! Biz, İslam''ın din adını verebileceği bir din ile karşı karşıya değiliz. Sadece antropolojik ve sosyolojik varlığı söz konusu olan bir inanç sistemi ile karşı karşıyayız.

Dolayısıyla diyalogdan ötede, diyalektik sonucu yeni bir sentez veya yeni bir ittifak anlayışı gelişebilir. Bu da bizi yeni bir din anlayışına götürür. Oysa, İslam''a göre Allah indinde hak din İslam''dır ve İslam''ın kelimeleri ''davet'' ve ''tebliğ''dir. Günümüz Hıristiyanlığı, Hz. İsa''nın getirdiği nizamdan çok, Pavlus''un yorumlarıdır. Pavlus''un telkinleri Allah''ı değil, İsa Mesih''i ağırlık merkezi olarak almıştır.

Bu bakımdan Hıristiyanlarla diyalog kurmak isteyenler, İsa etrafında dönüp dolaşmak mecburiyetindedir. Belki de bu durum anlaşılmış olduğundan, Müslüman Diyalogçular, ''Hz. İsa''nın etrafında bütünleşelim'' demektedir. Zaten diyalog ve misyonerlik aynı kaynaktan gelmektedir. Bazıları Diyaloğa ''postmodern misyonerlik'' adını da veriyor. 2005 Diyanet Takvimi''nin 7 Kasım Pazartesi yaprağında, dünyanın meşhur ''küresel köy'' haline geldiğinden bahisle Dinlerarası Diyaloğa ihtiyaç anlatılıyor.

Görevi vatandaşı irşad etmek ve onların din hayatlarına ait bilgi ve amel ihtiyaçlarını karşılamak olan bir din teşkilatına bu ifadeler yakışmıyor. Çünkü, insanlığa daha mutlu bir gelecek hazırlamak için dinlerin gücünden yararlanmaktan bahsediliyor. Bu ifadelerde kendi ideallerinin yetmediği itirafı bulunmaktadır."

***

Bu bilgilerin Ağca''nın sözleri ile şöyle ilgisi var:

Ağca ''Ben mesihim, Tanrı değilim, Tanrının oğlu değilim" diye İtalyanca ve İngilizce Hıristiyanlara seslenirken, onların teslis inancının doğru olmadığı mesajını da veriyor. Bunu herhalde bilinçli yapıyor!

Sezen''in de altını çizdiği gibi Diyalogçular, "Herkes Kelime-i Tevhid''i esas alarak çevresine bakışı yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta Kelime-i Tevhid''in ikinci bölümünü; ''Muhammed Allah''ın resulüdür''kısmını söylemeksizin, sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır" demiştir.

Hem de bunu Fethullah Gülen söylemiştir. (Fethullah Gülen''den nakleden Emre Öktem, Küresel Barıya Doğru, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, 131)

***

Diyalogçular, Türk toplumuna, "Hz. Muhammed''i Kelime-i Tevhid''den çıkarın" ve "Hz. İsa''da bütünleşelim" derken, "İsa Mesih''i Allah''ın oğludur veya Tanrıdır" diyen Hıristiyanlara uymamızı istiyor ama Hıristiyanlara "Siz de artık şu Allah''ın oğlu inancı ve teslisten vazgeçin" demiyor!

                        

        FETHULLAH GÜLEN KONFERANSI

Şimdi eğer ben komplo teoricisi bir adamsam lütfen sayın Koru veya Gülen camiasından birisi bana bu kadar "tesadüfün" bir araya nasıl geldiğini açıklasa harika olur. Ben gene de hüsnü zan etmeye çalışıyorum ve kendilerine bir cevap hakkı tanıyorum. Sayın arkadaşlar eğer hatalıysam lütfen beni düzeltin ama dinler arası diyalog konferansı yapacak Irak işgalinin arkasındaki Bush ekibinden başka adamlar bulamadınız mı diye sorası geliyor insanın.

Fehmi Koru Amerika'da kendisinin de katıldığı Fethullah Gülen konferansını gündeme getirince bende konu hakkında biraz kendisine yardımcı olayım dedim çünkü nedense araştırmacı kişiliğiyle tanıdığımız Fehmi Bey bu konularda pek araştırmacı yönünü kullanmıyor.
Teksas Houston kentinde sayın Gülene yakın kişilerce kurulan "Dinlerarası Diyalog Enstitüsünün" gene aynı şehirde bulunan Rice üniversitesi bünyesindeki "Boniuk Dini Tolerans Merkezi "ve Houston üniversitesi "A.D Bruce Din Merkezi" sponsorluğuyla düzenlenen bu konferans hakkında sizlere biraz bilgi vermek isterim.

Şimdi öncelikle Rice üniversitesi petrolcülerin finanse ettiği bir üniversite ve yönetim kurulunda Afganistan'da petrol boru hattı kurma çalışmaları yapan Unacoal şirketi eski direktörlerinden James Crownover ve Shell petrol şirketinin büyük başlarından bayan Elsenhans gibi isimler bulunmakta.

Boniuk dini tolerans merkezinin en sıkı fıkı olup beraber çalıştığı ve Rice üniversitesi bünyesinde bulunan kurumun ismi de çok ilgi çekici. Bu kurum James Baker Siyaset Enstitüsü. Evet bu James Baker Reaganın dışişleri bakanı,Cumhuriyetçilerin ağa babası ve Başkan Bushun tartışmalı birinci seçiminde Florida da oyları yeniden saydıran James Baker.

Enstitünün kurucusu ve Boniuk dini tolerans merkeziyle ilişkileri sağlayan kişi ise Reagan ve baba Bushun Ortadoğu danışmanı, Clintonun İsrail büyükelçisi Ermeni asıllı Edward Djerejian. Bu James Baker Enstitüsünün danışma kurulunda diyalog konferansının yapıldığı Rice üniversitesinin başkanının yanı sıra Irak işgaline Birleşmiş Milletlerde söylediği yalanlarla teşne olan eski Amerikan dış işleri bakanı Colin Powell ve gene eski Amerikan dış işleri bakanlarından Yahudi asıllı Madeline Albright bulunmakta. Şimdi gelelim diğer sponsora yani Houston üniversitesi A.D Bruce din merkezine.

Şimdi kimdir bu A.D Bruce derseniz efendim kendisinin tam ismi General Andrew Davis Bruce. Birinci ve İkinci dünya savaşlarında subay olarak savaşan ve 1952 senesinde Deniz Piyadelerinden general rütbesiyle emekli olan bu şahıs emekli olur olmaz Houston üniversitesi başkanlığına gelmiş ve ilk işlerinden biri de kendi ismiyle anılan bu din merkezi yani kilise binasını hizmete açmak olmuş.

Bir generalin emekli olur olmaz başına geçtiği bir üniversitede hemencecik 548 dönümlük bir kilise ve din merkezi açması garip gelmişse size bu generalin Japonya'nın işgalinden sonraki Hokkadio valisi olduğunu ve hiçbir işinin tesadüfen olmadığını söyleyebilirim. Şimdi bu bilgileri bir kere daha toparlayalım. Amerikanın Houston kentinde "Fikir ve Aksiyon Planında Fethullah Gülen Hareketi" isimli bir konferans düzenleniyor ve bu konferans Irak işgalinden en çok kar yapan petrolcülerin üniversitesinde ve Cumhuriyetçi düşünce kuruluşu James Baker enstitüsüyle yakın ilişkideki Boniuk dinler arası diyalog merkezi tarafından destekleniyor.

Diğer destekçi ise emekli bir Amerikan generalinin açtığı bir kilise.

Şimdi eğer ben komplo teoricisi bir adamsam lütfen sayın Koru veya Gülen camiasından birisi bana bu kadar "tesadüfün" bir araya nasıl geldiğini açıklasa harika olur. Ben gene de hüsnü zan etmeye çalışıyorum ve kendilerine bir cevap hakkı tanıyorum. Sayın arkadaşlar eğer hatalıysam lütfen beni düzeltin ama dinler arası diyalog konferansı yapacak Irak işgalinin arkasındaki Bush ekibinden başka adamlar bulamadınız mı diye sorası geliyor insanın.

Fetullah müritleri yolu ile uçurulma işini de bizzat kendi yüklenmiştir.:

“Birgün bu arkadaşlardan biri rüya görüyor. Hatice validemiz kapının dışında. Efendimiz de içerde oturuyor. Ders yaptığımız bu dört-beş kişiyi kastederek Hatice validemiz, efendimize: ‘Ya Resulullah’ bunlar ‘Bizden hoşnut musun Ya Resulullah’ diye soruyorlar diyor. Ve Efendimiz’den cevap geliyor: ‘Evet hoşnudum. Hele birisi, hele birisi!...’ diyor.” Dikkat edilirse, Fetullah, tevazu göstermekten de geri kalmamakta; burada sözü edilen “hele birisi”nin kendisi olduğunun anlaşılmasını okurlara bırakmaktadır” ( Bizzat okuduğum F.Gülence yazıldığı iddia edilen şişirme kitaplarından birinde- Adını hatırlayamadım.)

Kul hakkı mı alıyorum?

Binlerce yıllık Türk-İslam diyarında “Müslüman”ın papaza ön yargısını yıkan ve onu savunmasız bırakan bu ekip , “Vatikan’ın üçüncü bin yılda Asya’yı “Hıristiyanlaştıralım” vizyonun aciz kulu başlarında olmak üzere . çalışmalar sürdürmektedirler. Kuran ayetlerini “Yahudiler “lehine değiştirecek kadar da acımasızdılar. “ Yahudiler hakkında ki hükümlerin günümüz Yahudilerini” kapsamadığını söyleyerek, “kuran” hükmünü değiştirenler hakkında konuşanları,” kul hakkı alıyorsun “diye suçlamaya bakıyorum da , “ Allah’ın kullarının aldatılmamasına vesile oluyorum.” Diyorum.

Fetullah ekibini yine onların yayını Zaman gazetesinin bir haberi ile anlatalım:

“Gülen'e akademik mercek-30.4.2001 (Ali H. Arslan-Washington)-Zaman Gazetesi

Georgetown Üniversitesi'nde 26-27 Nisan tarihlerinde yapılan 'İslami Moderniteler: Fethullah Gülen ve Çağdaş İslam' konulu uluslararası konferansta birbirinden ilginç tebliğler sunuldu

Gülen olgusunu farklı boyutlarıyla bilim merceği altına yatıran tebliğlerin kısa birer özeti şöyle: Vatikan Dinlerarası Diyalog Bakanı Peder Dr. Thomas Michel'in tebliğ konusu 'Bir eğitimci olarak Fethullah Gülen' idi.. Fethullah Gülen'in eserlerinde serd edilen eğitim prensipleri ve bunların okullarda nasıl tecessüm ettiğini anlatan Michel, Gülen'in 'tarihsel geçmişiyle bütünleşmiş ve geleceğe zekice hazırlanan' bir nesil yetişmesine vesile olduğunu söyledi.”

Bu yazıdan ne anlamalıyız? (Tamamına erişmek için Zaman gazetesi arşivine bu tarihe bakılabilir.)

* İslami modernite: Saptırılıp, kontrol altına alınma işlemi

* Çağdaş İslam : Siyonizmin kontrolünde ki İslam.

* Önce Işık evlerinde “ Risaleler” ile amel eden ve Fetulah’ı Mehdi (Halife) gibi gören, emre amade , “Altın Nesil” olduğuna inandırılan “ Sorgulama yetisinden “mahrum gençliğin yetiştirilmesi.

* Bu gençliğin , ABD nin emri Fetullah’ın işareti ile Dünya’nın çeşitli yerlerinde “Karın tokluğuna” konuşlandırılmaları.

* Şakirtlerin “geleceğe zekice hazırlanması”

* Fetullah okullarına kabul edilen öğrencilerin “İngilizce eğitim “ile kültürlerinden koparılması, geleceğe Batı emperyalizmi yandaşı devlet görevlisi olarak formatlanması.

Bu okullar ABD-Türkiye işbirliğinde, ABD nin adım atmak istediği yada kesin yerleşmek istediği yerlerde “öncü karakol” olarak görev yapmaktadır. Eğitim dilleri “İngilizce” , Türkçe” seçmeli dil olduğu halde, “bu okullar yolu ile Türk kültürü” yayılıyor yalanı söylenmektedir. Okulların eğitim dilinin “İngilizce” olduğu MEB ında arşivde mevcuttur. Hatta bu arşivlerde “ABD devlet görevlilerine verilen “Resmi Görevli-CIA “pasaportlu” kişiler olduğu gerçeği vardır.

Laiklik-Antilaik çatışmanın tırmandırılarak, “İslam”a bir darbe daha vurma peşinde olan AB-D, Fetullah Gülen’e ait okulları teşvik etmekte, onun için sempozyumlar düzenlemekte, İngiliz hükümetince” İngiliz kültürüne Katkı ödülü “ verilmekte, ABD de “Dünya barışına hizmet” ettiğinden dolayı “ Araştırma” tezleri hazırlanmaktadır.

Tamamen reklama dayalı, Türk’ün vicdanını aldatmaya dönük organizasyonlarla , Türk Milletine karşı oynamaktadırlar. “Türkçe Olimpiyadı” düzenleyebilmek için , Dünyanın dört bir yanına dağılmış bu okullarda” Türkçe Eğitim “yapılması icap eder. “Seçmeli Türkçe” ve özel yetiştirilmiş çocuklar ile “Türkçe Olimpiyadı” yapmak , akıllıca hazırlanmış senaryonun parçasıdır.

Amerikalı görevli Graham Fuller Zaman Gazetesi ile yaptığı bir röportajda bakın neler diyor?

“Batı, Fethullah Gülen gibi örnekleri görünce çok umutlanıyor. Çünkü Gülen, modern devlet ve toplumda İslam’ın nasıl bir rol oynaması konusunda geniş bir vizyonu temsil ediyor.”

Peki kim bu Graham Fuller? F.Gülen’in Müslüman yaptığı bir Amerikalı mı? ..Hayır efendim , bu kişi ünlü bir CIA görevlisidir.

Fetullah Gülen’e verilen görev ile öncelikle içinde bulunduğu toplumu arkasına alması sağlanarak, geçmişte halifeliğin Türklerde olduğu gerçeği de kullanılarak ,”Tahrif edilmiş” Kuran ile “İslam Dünyasını” kontrol altına almaktır. “Modern devlet de İslam’ın alacağı rol”ün senaryosunun ise Washington’ca yazıldığını söylemek için “ kahin “olmaya gerek yok sanırım. ( Unuttukları gerçek Kuran-ı Kerim’in bizzat Allah tarafından koruma altına alındığıdır.)

“Sözde Kürdistan”da kurulan iki Gülen kolejinin eğitim dili “İngilizce”dir. Bu okulların yine ABD nin teşvik ve onayı ile kurulduğu pek tabidir. Burada ki okulların varlığını bizzat “nurcu” kanat , “barış köprüleri” kuruyoruz açıklaması ile duyurmuştur.. “Sözde Kürdistan” ın temelinde “Binlerce Türk Vatandaşının “kanı vardır. Uluslar arası arenada her cepheden sarılan Türkiye Cumhuriyetinin topraklarını bölmeye yönelik PKK hareketinin, askerlerini oluşturduğu “ Israkürt” devletinde “okul kurmanın” vicdani açıklaması nedir? Binlerce askerimi şehit eden, “Kürtçü unsurun” yapılandığı K.Irak topraklarında ki “sözde devletin “nihai hedefleri arasında “ G.Doğumuz “ da var iken , “hangi mantık bu okulları bana “Barış Köprüsü” olarak kabul ettirebilir?

Sovyetler Birliğinin kendi derdine düştüğü, dağılma günlerinde, Türkçesi Türk Cumhuriyetlerinden “çekildiği yıllarda , ABD nin icazeti- Türkiye’nin kefaleti ile Fetullah Gülen okulları buralarda hızlı bir şekilde açılmaya başladı. Kozadan çıkan “şakirtler” , “altın nesil” olmanın gurur ve şuuru ile ABD ye yol açmaya gittiler.. Ayni dönemde Türkiye’de başlayan PKK terörü ile Türkiye Cumhuriyeti ve insanın dikkati , Türk Devletlerinden çekilmesi de sağlandı. Böylelikle , bağımsızlıklarına kavuşan bu devletlerinde ki tek önemli yapılanma “Amerikan Kolejleri “ oldu.

Türkiye’de eğitim dilinin İngilizce olduğu “Anadolu Liseli” ve üniversiteli gençlerimizin “kendi kültürüne yabancı” olarak yetiştiği gerçeğini , aradan geçen onca zaman sonra yakın gözlemlerim neticesinde belirtiyorum. Çocuklarımızı “İngilizce eğitim “yolu ile Türk Milletinden koparmışlardır. Anadili ile eğitim yapılmayan ülkelerin sadece “sömürgeler” olduğunu hatırlatmaya gerek var mıdır?

“Amerikan Yüzyılı” projesi sadece Amerikalı askerle” kurulmayacaktır. Yandaş siyasetçi, medya, aydın ve cemaatler stratejik ortağın neferleri olarak yola çıkarılmıştır.

Fetullah Gülen cemaatinin yayın organı Zaman Gazetesinde on yıl başyazarlık yapan, yazdığı kitapla Gülen’i “Anadolu Müslüman’ının lideri” konumuna yükselten Fehmi Koru’nun “Bilderberg” e katılması az mı bir iştir? Dünyayı kendi lehlerine değiştirmek isteyen “Küresel-Siyonist baronların” kontrolünde , sadece hizmetkarların çağrıldığı bir organizasyondur. Güvenlik tedbirlerinin abartılmasında “Dikkat çekme ve güç gösterisi” hakimdir. Katılımcılara , döndüklerinde ki “görevleri” verilir. Burada konuşulanlar kesinlikle açıklanamaz. Fehmi Koru , Bilderberg’e “gazeteci” sıfatı ile değil, “Gülen örgütü içinde ki “etkin kişilik” sebebi ile çağrılmıştır.

Bilderberg’de “konuşulanları yazıyorum “saçmalığına “uzaktan kumandalı cemaat” ve Gülen’in kimliğinden habersiz temiz Anadolu insanı inanır.

Fetullah Gülen’in “onursal başkanı “ olduğu , Gazeteciler ve Yazarlar Vakfınca hazırlanan, “Diyalog ve Hoşgörü” toplantıları ile sadece “Müslüman’ın” gönlüne gönderme yapılmaktadır. Dünya Barışı için yola çıktıklarını söyleyen bu grubun seyircileri sadece “Müslüman “kitledir. “İslam” ı din olarak kabul etmeyen , Hz. Muhammed’i şair, Kuran-ı Kerim’in de onun eli ile yazıldığını söyleyen Papaz ya da Hahamlar ile neyin diyaloğu yapılmaktadır?

15-18 Nisan 2000 tarihinde Urfa ve İstanbul’da yapılan “Uluslar arası Halil İbrahim Sempozyum” unda neler yapılmıştır?

* Haham, Papaz ve hoca imal edilen “sırat köprüsün” den geçirilerek, son dinin İslam olmadığı vurgusu yapılmıştır. ( Elinin beğendiğini seç göndermesi yapılmıştır.İslam gelene kadar elbette ki önceki dinler geçerlidir. İslam’ın gelmesi ile diğerlerinin geçerliliği kalktığı halde bu düzenekler ile İslam’ın aklı niçin karıştırılıyor? )

* Ortak ata İbrahim “denilerek , Hıristiyan ve Yahudiliğinde benimsenebileceğine vurgu yapılmıştır.

* Çift dinli olunabileceğinin örneği Lester’in şahsında verilmiştir.

Avrupa’nın göbeğinde binlerce Müslüman- Boşnak’ın katliamında , Afganistan ve Irak’ta hala süren katliamlara sessiz kalışları ile destek veren Vatikan – Kudüs hattı ile neyin diyalogu yapılıyor?

Vatikan ve Yahudiler , “İslam dinini “ kabul ettiğini resmen açıklamadan yapılan bu toplantılar “misyonerlik çalışması” olmaktan öteye geçemez.

“Amerika ile iyi geçinmezseniz isinizi bozarlar. Amerika’nın bize yarim arpa kadar sadece bizim menfaatimize desteği yoktur. Buna rağmen şurada bulunmamıza izin veriyorsa, bu bizim için bir avantajsa, bu avantajı sağlıyor demektir."( Fethullah Gülen İle New York Sohbeti- Nevval Sevindi) Diyerek doğruyu söyleyen Fetullah Gülen’e niçin inanmıyorsunuz?

“Amerika su andaki konum ve gücüyle bütün dünyaya kumanda edebilir. Bütün dünyada yapılacak isler buradan idare edilebilir. Amerika hala bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adidir." (s. 6- N.Sevindi- F.Gülen ile New York Sohbeti) diyen Gülen yalan mı söylüyor diyorsunuz? (ABD ye tam teslim olmuş görüntü çizilen bu satırların sahibi , hangi İslam için çalışır diye sormak hakkımız değil mi?)

"Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinden hiçbir is yaptırmazlar. simdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz." (s.8- N.Sevindi- F.Gülen ile New York Sohbeti) diyen Gülen “ , “ABD den habersiz “ yaprak dahi kımıldamaz” mesajını kendisi vermiyor mu?

Bunlar aradan çekilen , ya da uydurulan sözler değildir. Kitabın tamamı okunduğunda da bu manalar çıkmaktadır.

İçinde bulunduğumuz çağı “Amerikan Yüzyılı “ yapmak için yola çıkmış , öncelikle İslam coğrafyalarında kan döken stratejik ortağın, “ Müslüman Fetullah Gülen ve ekibine!” izin vermesini hangi mantık kabul edebilir? George W. Bush Müslüman mı olmuştur? Ki Fetullah ekibinin önünü açsın. K.Irak’ta “İlan edilmek “için geri sayıma geçen, İsrail’den sonra ikinci çıbanbaşı olmaya hazırlanılan “Sözde Kürdistan” da ki okulların ABD “himaye ve klontrolü” dışında olması mümkün müdür? “Normal prosedür de ki “”Türk okulunu”, normal şartlarda “Peşmergeler ‘olası Devletlerinin’ içinde yapılandırırlar mı?

“"Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli. Amerika gözerdi edilerek şurada burada bir is yapılmamaya kalkılmamalı." (s.7- N.Sevindi- F.Gülen ile New York Sohbeti) diyen F.Gülen , icazet almadan yani ABD gerçeğini kabul etmiş, “hakiki manada inanmış!” bir insan olarak Washington’a entegre olduğunu daha nasıl açıklayacaktır?

Fetullah Gülen sadece vitrindir. Nasıl ki Türkiye’nin zengini diye geçen bir takım kişiler “Türk kimliği “taşıyan paravanlarsa, F.Gülen’de ayni öyledir. İslami coğrafyalarda “Türk” e yakınlık duyulması (Halifelik ve adalet sebebi ile) , M.Fetullah Gülen’in ABD tarafından yaratılmasına vesile olmuştur. Stratejik ortak, Gülen vesilesi ile tüm cemaati kontrol altında tutmaktadır , diyen rahmetli Hablemitoğlu’na katılıyorum.

“Yönetim sisteminde, kâinat imamından, düz müride kadar inen hiyerarşik sıralama önem taşımaktadır. ABD için hiyerarşinin sadece tepesini kontrol altında tutmak yeterlidir, çünkü cemaat disiplini nedeniyle tabanda sıkıntı yaşanmayacaktır. Oysa, ulus-devlet yapılanması içinde sömürüye dur diyenler her zaman var olacaktır, dolayısıyla da hedef ülkeye yönelik her yatırımının maliyeti ve riski yüksek olacaktır. ABD'nin tarikatlara öngördüğü modelde, önemli olan hiyerarşinin tepesinde yer alan tek karar vericiyi ve veliahtlarını-varislerini sımsıkı kontrol altında tutabilmektir. Bu modelde, hocaefendinin yanısıra, kıta imamları ülke imamları ve de az sayıdaki danışman ABD'ne (CIA) muhataptır. ( N. Hablemitoğlu)

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı organizasyonu ,”Abant Platformları” ,”Sivil inisiyatif- her görüşten insanın yer aldığı” oluşum olarak tanıtılması yalandır. Oluşumun çekirdeğinde ve yönetiminde “belli kişiler” yer alır. Değişenler sadece , adlarını kendi menfaatleri için kullandıkları , Türk Milletinin önem verdiği kişilerdir. Konuşulacak konular hatta sonuç bildirgesi önceden hazırdır. Katılımcılardan konuşup bunu sonuç bildirgesine yazdırması ( amaçlanan neticenin dışında) mümkün değildir. Batı emperyalizminin Türkiye Cumhuriyetinden istediklerinin sivil inisiyatif olarak , işte halkta istiyor adı altında, “hükümetlerce” yapılamasının önünü açmaktır. Bilderberg’in yerlisidir.

Yapılan Abantlarda şimdiye kadar sonuç bildirgesine yazılanlardan örnekler, yorumlarınıza açıktır efendim:

1-Vahiy’in akla hitap etmesi gerçeğinden yola çıkılarak, İslami problemlerde “salt aklın “kullanılabileceği, çağdaş çözümlerin bulunulabileceği, (1. Abant)

2-Atatürk’ün “Hakimiyet kayıtsız , şartsız milletindir” ifadesinde ki milletin Türk Milleti değil siyasi irade olduğu kabul edilmiştir.Böylelikle bu sözün içi boşaltılmıştır. Kabul edilen bu hali ile “ Türk Milletinin” Anadolu’da hakimiyeti yoktur denmektedir. (1. Abant)

3-Türk Milletince kutsal görülen “Devlet” inancı için “Kutsal devlet” yoktur, sivil inisiyatif vardır. ( 1. Abant)

4-Mevcut merkeziyetçi hantal, bürokratik yönetim yerine, yerel topululukları, il, ilçe, belde ve köy düzeyinde sisteme ortak eden, katılımcı yönetimi, üniter devlet anlayışı içinde yapılandıracak bir idari reform gerekmektedir. (3. Abant- Yerel yönetimler yolu ile öncelikle G.Doğunun fedarasyon yapısına geçişi)

5-ülkenin sivil bir anayasaya ihtiyacı olduğu, İslam'ın demokratik-hukuk devletinin önünde bir engel olmadığı vurgulandı (3. Abant- Sivil anayasa denilen Türkiye’de yaşayan tüm kimliklerin ortaklaşa anayasası- İslam..Hangi İslam? Gülen’in başını çektiği “ Kontrol altında ki İslam modeli mi?)

6-Prof. Dr. Tunçay ve Prof. Dr. Öktem, Abant benzeri toplantıların demokratik duyarlılığı artırdığına dikkat çektiler; 4. Abant'ta anayasanın tartışılmasını önerdiler. ( 3. Abant)

7- Çoğulculuğu gözeten bir uzlaşma, toplumsal sözleşmeye dayanan yeni bir anayasada ifadesini bulmalıdır. Bu husus, toplumun farklı kesimlerinin eşitlik statüsünde bir araya gelerek…(4. Abant- Türkiye’yi Türkler kurdu diyen anayasa yerine, barış için ‘Türkiye’yi Kürt, Gürcü, Çerkez, Rum, ermeni, Yahudi, Kürt..vb etnik kökenler kurdu demek)

8-Uzlaşmayı hedefleyen çoğulculuk anlayışı ve farklı kimliklerin birarada yaşaması her kimliği ve kültürü zenginleştirebileceği gibi; onların etkileşimine ve değişimine de imkan sağlar.(4. Abant)

9-Modernleşme adına homojen bir toplum yaratma çabaları kabul edilemez;… Türkiye'nin, bütün vatandaşlarına ve her toplumsal kesime eşit mesafede duran, bütün farklılıkların kamusal alanda temsil edilmesini mümkün kılan bir devlet anlayışına ihtiyacı vardır..( 4. Abant)

10- Çoğulculuk ve uzlaşma ile ilgili olarak alınan bu kararların hayata geçirilebilmesi için, eğitim ve öğretim, Türkiye'nin sosyo-kültürel gerçeklikleri doğrultusunda, sivil toplum örgütlerinin katkılarıyla yeniden düzenlenmelidir.(4. Abant)

11-Küreselleşme, devletin geleneksel işlevinde bazı değişiklikler meydana getirmektedir. Ancak, ulus devletler bu süreçte temel aktörler olarak varlıklarını yeni şartlar çerçevesinde sürdüreceklerdir.(5. Abant)

12- Tarihi-kültürel değerleri, toplumsal dinamikleri ve coğrafyası dikkate alındığında, Türkiye’nin yersiz korku ve kaygılarından kaynaklanan içe kapanma eğilimlerini bir kenara bırakarak, küreselleşmeye kendinden emin olarak ve cesaretle yönelmesi ve olumlu katkılarda bulunması mümkündür..( 5. Abant)

13- Türkiye’nin küreselleşme sürecine katılmasının önemli aşamalarından birisi Avrupa Birliği’dir. Esasen bu, Türkiye’nin genel yönelimine uygun bir hedeftir. Bu süreçte, Türkiye’nin varlık ve çıkarlarını gözeten bir anlayışla üyelik için gerekli hazırlıkların yapılması uygundur.( 5. Abant)

14- Toplantının bilimsel koordinatörü Prof. Dr. Mehmet Aydın bugüne kadar tartışılan konuların hep birbirinin devamı ve tamamlayıcı nitelikte olduğunu anlattı.(5. Abant)

15- İslam’la demokrasi arasında çelişki yoktur. Küresel güvenin pekişmesi için İslam ülkelerinde demokratikleşmenin gerekliliğine inanıyoruz..(6. Abant)

16- Savaşı engellemenin ve barışı egemen kılmanın önemli bir esası barışçı bir zihniyetin yerleştirilmesi ve insanların barışa yönelik olarak eğitilmesidir… Bunun için sivil alanın genişletilmesi, sivil toplum örgütlerinin gelişimine müsait zemin oluşturulması, elitlerle toplum arasındaki iletişim sorunlarının giderilmesi gerekmektedir.(6. Abant)

17- Genellikle uluslararası düzenlerin savaşlardan sonra kurulduğu ve galiplerin kuralları koyduğu bir vakıadır. Bu kez olup-bitmiş bir savaştan sonra kurulacak düzenin yeni çatışmalara yol açmayacak esaslara dayalı olarak kurulması gerekmektedir. (6. Abant)

18- 11 Eylül sonrası, oldukça hassas hale gelen (veya getirilen) ve adeta “Müslüman paranoyası”na sevk edilen Avrupa kamuoyunda İslam’ın, barışı, sevgiyi ve hoşgörüyü emreden yönü hiç mi hiç bilinmemektedir. Bu nedenle, Johns Hopkins Üniversitesi işbirliği ile 19-20 Nisan’da Washington’da gerçekleştirilen Abant Washington Toplantısı, bu eksikliği gidermek amacıyla organize edilmiştir. ( 7. Abant)

19- Daha önce de belirttiğim gibi, Osmanlı deneyimi, sandığımızın, takdir ve/ya teslim ettiğimizin ötesinde demokrasi filizi için toprağı hazırlamıştır…. İslam ile birlikte : Modernleşme ortamında dinin mütalaa ve yorumlanmasına ilişkin diyalojik ilişki. Öyle bir diyalojik ilişki ki, modernleşmeyi hem kalıp, hem de içerik olarak etkilesin !... Son onyıllar içinde “ orta yol “ reformculuk özellikle gelişmektedir. Bu yeni oluşum, bir bakışla hem liberal ve modernisttir ; fakat bir başka açıdan da kadim dinsel ılımlılığın temel dokusuna sadıktır. Evet, “ dine rağmen çağdaşlaşma “ yı reddetmektedir…..Bir mütevazı uyarı yapmak istiyorum. Demokrasinin ya da kendi semavi dini değerlerimizin faziletlerinden bahsederken onları bir şekilde tekelimize alacak kıskançlıkla davranmamalıyız. Kur’an’ın “ maruf “ hükmüyle yüzyıllardır öğrettiği değerler başka kültürlerin de geleneğinde ve uygulamalarında yok mudur ? Bunlar sadece Hıristiyanlığa ya da Yudeo - Kretien kültüre veya İslam’a özgü ( münhasır ) değillerdir. Hepimize aittir…( 7. Abant- Mehmet Aydın’ın açış konuşması)

                                                           
DEVAMI ALT SAYFADA

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol