KURT YAVRUSU
  KÜRT SAİD - FETO VE TAYYO
 

Said-i Nursi Fethullah Gülen Recep Tayyip Erdoğan
Said-i Nursi ile başlayan ve Tayyip Erdoğan'a uzanan çizgi aslında tek bir şeyin tarihidir. Cumhuriyet dönemi şeriatçılığının, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığının tarihidir bu. Atatürk laik ulus-devleti kurduktan sonra onu yıkmak için emperyalizme hizmet eden şeriatçılığın tarihidir. Ortak özelliklerinin en önemlileri kökten şeriatçılığa eşlik eden, kökten Batıcılıktır, kökten Amerikancılıktır. Her başı sıkıştığında ABD'ye sığınan bu çizgi bugün Türkiye'yi şeriat ve ABD bataklığına mahkum etmek için elele vermektedir.

Büyük sermaye medyası zaman zaman nereden geldiği anlaşılamayan ortak bir dürtüyle aniden harekete geçer. Sanki tüm gazetelere ve bu gazetelerin gazetecilik aşkıyla yanıp tutuşan çalışanlarına ani bir ilham gelir ve tüm basın aynı kişiler üzerinde köşe yazılarıyla, uzun uzun hayat hikayelerinin anlatıldığı dizilerle dolar taşar. Bu tip ani, kolektif ilhamların içerdiği anlamın ortaya çıkması için biraz daha beklemek gerekir. Ne de olsa ilham ancak büyük sanatçılara, yüce şahsiyetlere özgü bir şeydir. Bizim gibi sıradan insanlaraysa sadece oturup olayların nereye varacağını izlemek düşer.

Geçtiğimiz hafta büyük sermaye basını yine böyle bir kolektif ilhamla atağa kalktı. Üstüste neredeyse büyük sermayenin tüm gazetelerinde, Türkiye'de Nurculuğun, Fethullahçılığın parlatılmış bir tarihi yayınlanmaya başlandı. Tercüman'da Nuh Gönültaş'ın "Barışa Uzanan Yol" adlı Fethullan Gülen yazı dizisi, Sabah'ta Emre Aköz'ün "Said-i Nursi'den Fethullah Gülen'e Nur Tarihi"ni kaleme almasıyla desteklendi. Bir taraftan da Şerif Mardin'in Said-i Nursi'yi öve öve bitiremeyen çalışması dolayısıyla Türkiye Bilimler Akademisi'ne kabul edilmemesi Kürşat Bumin ve Hadi Uluengin tarafından büyük bir gürültüyle sayfalara taşınarak Nurcuları parlatma korosu kadrosunu tamamladı.

Ancak tek bir merkezden harekete geçirildiği izlenimi çok güçlü olan bu şeriatçıları aklama operasyonunun esas aktörü çok daha ilginç bir isim oldu. İsmini yıllar önce Atatürk'ün yaşamıyla ilgili olarak hazırladığı "Sarı Zeybek" belgeseliyle Türkiye'ye tanıtan Can Dündar bir anda "Başbakan Gençlik Yıllarını Anlattı" başlıklı bir yazı dizisine başlayarak barışçı, demokrat, insan sevgisi dolu bir Tayyip Erdoğan portresi çizme işine girişti.

Ortada şeriatçıların aklandığı bir operasyon olduğu görünüyordu. Öyle bir tablo çizilmekteydi ki yıllardır statükocu güçler ve Cumhuriyet rejimi tarafından ezilen barışçı, entelektüel bir eksenin yıllardır halktan saklandığı, AB yoluna giren Türkiye'de adeta bu eksenin üyelerine iade-i itibarda bulunulması gerektiği izlenimi yaratılıyordu. Bu iade-i itibarın bir anlamı da Fethullan Gülen'in Türkiye'ye geri getirilmesi olacak gibi bir izlenim yaratılıyordu. Böylece Said-i Nursi ile başlatılan eksen, Fethullah Gülen'den geçirilerek Tayip Erdoğan'a ulaştırılıyordu. Aslında bu isimlerin aklanması üzerinden, Türkiye'nin bu isimlerden oluşan şeriatçı, Amerikancı eksene kaydırılması operasyonunun bir adımı daha atılmış oldu.

Sabah Gazetesinin çağdaş filozofu Said-i Nursi

Emre Aköz'ün kaleme aldığı Nur tarihinde ilk olarak Said-i Nursi'nin hayatı anlatılarak işe başlanıyordu. Dizinin ilk yazılarında Said-i Nursi, zekasıyla, karakteriyle ön plana çıkan bir genç olarak anlatılmaktadır. Derin bilgisiyle ve yetenekleriyle çevresini etkilemeyi başarır ve gelecekte Türkiye'nin en önemli kişilerinden bir olacağını belli eder. Çizilen Said-i Nursi portresi Abdülhamid istibdadı döneminde acı çeken, baskıya uğrayan, hapse atılan bir özgürlük savaşçısı tanımlamasıyla devam ediyordu. Said-i Nursi "hürriyet" uğruna savaşır ve Meşrutiyeti destekler. Aköz'ün iddiasına göre 31 Mart gericilik olaylarına adı karıştırılmış olsa da bu doğru değildir. 31 Mart olaylarının hemen öncesinde en kışkırtıcı konuşmaları yapanların başında Nursi'nin yer aldığı adeta unutulmuştur. Nursi zaten özgürlükten yana ve gericiliğe karşı bir aydındır!

Nursi'nin 1. Dünya Savaşı'nda gösterdiği "kahramanlıklar" da yazı dizisinde uzun uzun anlatılmakta. Said-i Nursi bir taraftan gönüllü Kürt milislerin komutanlığını yaparken diğer taraftan da yanındaki müritlerine risalelerini yazdırmaktadır. Aköz, burada bir benzetme de yapmaktadır. Savaş yıllarında en önemli metinlerini kaleme alan Wittgenstein kadar önemli ve çağdaş bir filozof olarak tanımlanmaktadır Nursi...

"Nursi Kurtuluş Savaşı'nı destekledi" iddiası

Dünya Savaşı sırasında devlete büyük faydalar sağlayan bir kahraman ve çağdaş filozofa dönüştürülen Saidi Nursi'nin aklanması operasyonu bunlarla da sınırlı kalmadı. Dizinin ilerleyen bölümlerinde Nursi'yi zaman zaman Kurtuluş Savaşı'nı desteklerken, "bir Kürt ileri geleni olarak" Kürtçülüğe karşı çıkıp kardeşliği savunurken, barışçı bir aydın olarak Cumhuriyet döneminde de düşüncelerinden ötürü hapse atılırken izlemeye devam ettik.

Atatürk'ün Büyük Nutku'nda milli varlığa zararlı cemiyetler arasında en ön sıralarda saydığı Kürt Teali Cemiyeti'nin kurucusu olan Said-i Nursi'yi (diğer adıyla Said-i Kürdi'yi) neredeyse bir Kurtuluş Savaşı kahramanı haline getiren Emre Aköz'ün müthiş çabası gerçekten de izlenmeye değerdi. Ancak Emre Aköz'den daha da radikal bir şekilde Nursi'yi sahiplenen kişi Hadi Uluengin oldu.

Şerif Mardin'in, ABD'de Said-i Nursi üzerine yazdığı kitap dolayısıyla Türkiye Bilimler Akademisi'ne üye olarak alınmaması Hadi Uluengin'i çileden çıkarmışa benziyor. Mardin, kitabında Nursi'yi öve öve bitiremiyordu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin belki de en önemli kişisi olarak Nursi'yi gösteriyor ve toplumun yönlendirici aydını olarak tanıtıyordu.

Mardin, dinin bir toplumu anlamak için en önemli öğe olduğunu, dolayısıyla tarikatların da o kadar önemli olduğunu, Nakşibendiliği ya da Nurculuğu anlamayanların Türkiye'yi anlayamayacağını düşündüğünü daha önceden açıklamıştı. Şerif Mardin'in bu fikirleri ve çalışması Hadi Uluengin'de karşılığını fazlasıyla buldu. Uluengin, yazısında Nursi'den cefakar düşünür, reformcu din adamı, seküler devletle dini uzlaştırmaya çalışan bir aydın olarak bahsediyordu. Hatta Uluengin, teorik bir atağa da kalkarak Max Weber'in Protestanlık için yaptığı tahlillerin Nursi için geçerli olduğunu açıklayordu! Büyük Şerif Mardin ve Büyük Nursi'yi kendi benliğiyle, onları kabul etmeyen herkesi de "öteki"yle özdeşleştirdiğini de duyuruyordu. En az Emre Aköz kadar gayret içinde olan Uluengin'in bu militan çabasının da ilgili çevreler tarfından takdir edilmiş olması gerekli. Efendiler, kendilerine hizmet edenleri aç bırakmaz.

"Barışçı Nurcular"

Yıllardır el altından birçok operasyonun içinde yer alan Nurcuları siyasetin ve siyasi şiddetin dışında gösterme çabası da yazı dizilerinde önemli bir yer kapladı. Nurcuların siyasete karıştıkları dönemlerde bile Fethullah Gülen "herhangi bir görüşe angaje olmaya..." karşı olma prensibini korumuştu, Emre Aköz'e ve Nuh Gönültaş'a göre. 12 Eylül öncesinde tüm siyasi gruplar çatışırken Nurcular olayların dışında kalarak barışçı tavırlarını korumuşlardı. Aslında bu iddialar daha önceden ortaya çıkan Fethullah Gülen'e ait video kasetlerinde birinci ağızdan yalanlanmış bulunuyordu. Bu kasetlerde Gülen Cumhuriyet'e, laikliğe karşı ne kadar barışçı duygular beslediğini ortaya koyuyor ve müritlerine harekete geçmek için uygun zamanı kollamalarını titizlikle öğütlüyordu. Yoksa hareket güçsüz bir anında ezilebilirdi. Siyasetin dışındaki Fethullah Gülen, siyasetin ince taktiklerini bu kadar iyi uyguluyordu.

Gülen'in siyasi entrikaların ne kadar içinde olduğunu biz de TÜRKSOLU olarak yakından izlemiştik. Üniversitelerde Atatürkçü gençlere terör örgütleri saldırırken, olayların en önde gelen kışkırtıcısı rolünde Fethullah Gülen'e yakın yayın organlarını bulmuştuk. Bu gerçekler hafızalardan silinmemiştir. Ama olsun, gene de Fethullah Gülen Abant toplantılarıyla hoşgörünün ve barışın Türkiye'deki en önemli mimarı olarak topluma sunulmaktadır.

Abant-Washington-Brüksel hattı

Nuh Gönültaş'ın Tercüman'da çıkan yazı dizisinini ana eksenini ise Fethullah Hoca cemaatinin Abant toplantıları oluşturdu. Bu toplantılar Türkiye'de barış ve hoşgörünün ortamını oluşturan toplantılar olarak anlatılıyordu. Ne de olsa Gülen bu toplantılarla Türkiye'nin tüm sağcı ve solcu aydınlarını birbirlerini hoşgörü içinde dinlemeye alıştırmıştı. Bu aynı zamanda 28 Şubat'ın gölgesine rağmen oluşturulan bir çaba olarak da anlatıldı. Hoşgörüsüz, baskıcı 28 Şubat çıkışına karşı sağıyla, soluyla aydınların karşı çıkışı Abant toplantılarıyla olmuştu!

Ancak, Fethullah Gülen'in Türkiye'den ayrılarak son derece bağlı olduğu ve destek gördüğü ABD'ye yerleşmesiyle beraber Abant toplantları da mekan değiştirdi. Şeriatçılığın tüm yolları her zaman Batıya çıkar. Abant toplantıları da son olarak Washington ve Brüksel'de yapılmıştır. Bu iki merkez de aslında Türkiye'nin bağımlılık ilişkileriyle bağlı olduğu ABD ve AB'ye işaret etmektedir. Abant toplantılarının Türkiye'deki M. Ali Kılıçbay, Mete Tunçay, Soli Özel, Hrant Dink gibi isimlerden oluşan kadrosu da Batı bağımlılığına işaret etmektedir. Sağcı, solcu, şeriatçı liberaller bu toplantılarda bir araya gelmekte, Fethullah'ın etrafında kenetlenmektedir.

Said-i Kürdi'den Fethullah'a Kürtçü-Şeriatçı çizgi

Bu çok hoşgörülü, barışçı tarikatın tarihine biraz daha yakından bakmak, onun Batıcı damarını anlamak açısından önemli olduğu gibi Kürtçülükle de ayrılmaz birlikteliğini gözler önüne sermektedir. Sermaye basının neredeyse bir Kurtuluş Savaşı kahramanı olarak gösterdiği Said-i Nursi bilindiği gibi aslında Said-i Kürdi'dir. Gençliğinden itibaren sürekli Kürtçülük davası gütmüştür. Kürt Teali Cemiyeti'nin 3 numaralı kurucusu olmasının yanısıra diğer bir Kürtçü örgüt olan Kürt Neşri Maarif Cemiyeti'nin de kuruculuğunda bulunmuştur. Kürt-İslam devleti çizgisini eksen olarak korumuştur. Said-i Kürdi'nin İngiliz destekli Şeyh Sait isyanı ile ilgili olarak yıllar sonra Abdülmelik Fırat'a yaptığı değerlendirme de ilginçtir: "Ben biraderi azamım Şeyh Sait'in intikamını alıyorum, aldım." diyerek yaptıklarını özetlemiştir.

Şeyh Sait siyaset sahnesine çıktığı andan itibaren Kürtlük vurgusunu korumuştur. Tüm konuşmalaında ve girişimlerinde "Kürdistan" için çalıştığını vurguluyordu. Abdülhamit'e verdiği dilekçe "Kürtler Yine Muhtaçtır" başlığıyla yayınlanıyordu. Dilekçenin içeriği ise Kürtler için Medreset üz Zehra adlı bir medrese kurulmasıydı. Bugün de özellikle Nurcuların Med-Zehra kolu kendine referans olarak bu çıkışları almaktadır. Ancak Nurcuların Kürt-İslam çizgisi sadece bu grupla sınırlı değildir. Aczimendilerde de, Fethullahçılarda da aynı vurgu farklı tarzlarda yapılmaktadır. Said-i Kürdi'nin Atatürk hakkında yazdıları da Nurculuğun ne olduğunu aydınlatır niteliktedir: "...Artık herşey Türkiye'nin hesabına çantada hazırdır. Yani dini terk ile her şey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve İsmet hükümeti) bundan böyle bu millete İslamiyet'i katletmek prensibiyle hareket etmekte, hasım dünyanın kumandanlarından, yani düşman ehli salip kumandanlarından dini vurmakta daha hevesli oılduğu ve örnekler vereceği ve bilhassa hudut dışı değil de, hudut içi ve milli irade yaftası altında çalışacağı şüpheden varestedir".

İşte Emre Aköz'ün çağdaş filozofu, düşüncelerinden dolayı acı çeken mazlum insanı, Hadi Uluengin'in büyük Said-i Nursisi budur. Atatürk'e düşmanlığı her şeyin ötesinde olan bir kara yobaz...

Peki, Fethullah farklı mı?

Bir de Said-i Kürdi'nin öğrencisi Fethullah'ın yaşamına göz atalım. Fethullan Gülen, devlet memuru bir vaiz iken Nurculuğu ve Kürtçülüğü ile tanınan Diyanet İşleri İkinci Başkanı Yaşar Tunagör'ün himayesinde ilk olarak gelişmeye başlamıştır. Kısa süre içinde Suudi Arabistan kaynaklı şeriatçı Rabıta örgütü ile ilişki içine girmiştir. 1975'te ilk şeriatçı Nur kamplarını kurmuş ve Sızıntı Dergisini çıkarmaya başlamıştır. Sızıntı Dergisinin yazarlarından Nihat Dağlı'nın yazdıkları da bu dergi açısından tanıtıcı olabilir: "...Cumhuriyet'in kuruluşundan sonraki söylem ise İslam'a karşı konulan radikal bir çıkıştı. Halifeliğin kaldırılması, medrese ve tekkelerin kapatılması, sosyal hayatta yeni düzenlemelere gidilmesi, harf devrimi yapılarak geçmişle olan bağın koparılması vs... Bütün bunlar Osmanlı'nın şahsında 'İslam'a Hayır'ın ifadesiydi." Benzer şekilde Fethullah Gülen'in kendisi de "Hilafet" başlıklı şiirler yazan, şeriat için yanıp tutuşan bir kişidir. Görüldüğü gibi ne Fethullah ne de öğrencileri Said-i Kürdi'den farklıdır. Aynı şeriatçılık ve Cumhuriyet düşmanlığı günümüz Nurcularının da temel karakteridir.

Fethullah'ın "Amerikan İslamı"

Fethullah, yıllardır kendine dayanak noktası olarak ABD'yi almıştır. ABD'nin Irak'a ilk saldırısının ardından ABD'yi desteklediğini açık açık söylemekten çekinmeyen Fethullah, Batıyı her platformda savunmuştur. "Ufuk Turu" adlı kitabında "... Üstad Bediüzzaman'ın bu şekilde yaklaşımları var. Ben bu anlamda bir Garplı, Batılı olmada hiç bir mahsur görmüyorum" demiştir.

Yine ABD'yi, New York'ta kendisiyle yapılan bir görüşmede demokrasisinin yumuşak havasıyla herkesi barıdırmakla övmüş ve "Amerika dünya gemisinin dümenindeki milletin adıdır" diyerek kendisini barındıran efendisine saygılarını sunmuştur. Bu söylemlerin de dışında Fethullan Gülen cemaatinin açtığı okullar Türk dünyasının çeşitli yerlerinde ABD ürünü ılımlı İslamcılığın merkezleri olmuştur. Bu okulların CIA bağlantısı bugün tüm dünyada konuşulmaktadır. Amerikan ılımlı İslamcılığının bir diğer öncüsü Tayyip Erdoğan da burada hatırlanmalıdır.

"Başbakan'ın gençlik yılları"

ABD'ye uyumlu, ılımlı İslamcılığın Türkiye'deki en az Fethullah kadar başarılı olan ismi Tayyip Erdoğan'dır. İslamcılığın ılımlılığı, şeriatçılıkta bir yumuşamayı değil Batıyla kurulan uyumlu ilişkileri anlatmaktadır. Bir şeriatçı son derece koyu bir köktendinci olsa da Batıyla anlaşıyorsa ılımlı olarak tanımlanır. Ilımlı İslamcılık, Can Dündar'ın "Başbakanın gençlik yılları" adına anlattığı futbol oynayan, genç siyasetçi, eski İstanbul'un sevgi dolu ortamını özleyen Tayyip Erdoğan değildir. Aksine "Başbakanın gençlik yılları" Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa koluna üyelikle, şeriatçı MSP'nin gençlik kolları başkanlığıyla, bugün İBDA-C'ye dönüşmüş olan Akıncılar'ın Büyük Doğu çizgisinde mücadele etmekle geçmiştir. Tayyip Erdoğan'ın çok değil 10 yıl önce yaptığı şeriatçı, cumhuriyet, laiklik düşmanı çıkışlar hala akıllardadır. Son olarak TCK'nın 312/2 maddesinde yani "halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmekten" aldığı ceza unutulmamıştır. Ancak ilginçtir ki, tüm bu rezaletlerin temizlenmesi görevini üstlenen kişi de "solcu" Can Dündar olmuştur.

Said-i Kürdi, Fethullah, Tayyip Çizgisi

Said-i Nursi ile başlayan ve Tayyip Erdoğan'a uzanan çizgi aslında tek bir şeyin tarihidir. Cumhuriyet dönemi şeriatçılığının, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığının tarihidir bu. Atatürk laik ulus-devleti kurduktan sonra onu yıkmak için emperyalizme hizmet eden şeriatçılığın tarihidir.

Ortak özelliklerinin en önemlileri kökten şeriatçılığa eşlik eden, kökten Batıcılıktır, kökten Amerikancılıktır. Her başı sıkıştığında ABD'ye sığınan bu çizgi bugün Türkiye'yi şeriat ve ABD bataklığına mahkum etmek için elele vererek gelmektedir.

Bir çok noktada da ABD ve AB'yle beraber milli devleti ve kurumlarını pasif duruma düşürecek, ulusal yapıyı parçalayacak, laik Cumhuriyet rejimini yıkacak adımları atmaktadır. Ancak hedeflerine giden yolda atmaları gereken bir kaç adım daha vardır. Tüm çabalarına rağmen hâlâ tam hakimiyet kurabilmiş değillerdir. Tüm çabalarına rağmen Türk milletine kendilerini istedikleri düzeyde kabul ettirememektedirler, toplumsal tabanlarını yaygınlaştıramamaktadırlar. Bu açıklarını kapatmak için de medyanın başrolde yer aldığı bu tarz kampanyalara ihtiyaç duymaktadırlar.

Operasyonun hedefi:
Fethullah'ı Türkiye'ye getirmek, Tayyip'i halife yapmak

Uygulanan operasyon atılacak adımların meşruluğunu sağlamak amacını gütmektedir. Nurcuların en önemli handikapı Fethullah Gülen'in Türkiye'de olmamasıdır. Bu noktada yıllarca Fransa'da kaldıktan sonra İran'a dönen Humeyni'ye benzer bir durum yaratarak Fethullah'ı Türkiye'ye büyük bir sansasyonla geri getirmek planları içindedirler. Bunun zeminini hazırlamak için de Batıcı basının tüm kalemleri Fethullah Gülen ve Nurculuk propogandası yarışı içine girmişlerdir. Operasyonun boyutları önümüzdeki günlerde daha da büyüyebilir.

Operasyonun diğer ayağı da Tayyip Erdoğan'ı halifeliğe götürecek adımların atılmasını sağlamaya çalışmaktıdır. Tayyip Erdoğan'ın bu düşünü gerçekleştirmesi toplumda destek bulabilmesine bağlıdır. Bu nedenle Nurculuk propogandasına, Tayyip Erdoğan propogandası da eklenmektedir.

Operasyon geniş tutulmuştur. Uygulayıcıları hem sağdan, hem de "sol"dan seçilmiştir. Ancak Batı uşağı şeriatçının propoganda memurluğunu yapanların ellerinde kalan tek şeyin de uşağa uşaklık etmek olacağı bilinmelidir.

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol