KURT YAVRUSU
  GÜNLÜK KONU ARŞİVİ - 2
 

İBRET

 

“Ati’yi karanlık görerek azmi bırakmak,

 Alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak.

 .........................................................................

 Hüsrana rıza verme... Çalış... Azmi bırakma;

 Kendin yanacaksan bile, evladını yakma !

 .........................................................................

 Sahipsiz olan Memleketin batması haktır;

 Sen sahip olursan bu Vatan batmayacaktır.” (M. Akif Ersoy)

 

         Artık sözün bittiği günleri idrak etmekteyiz. 22 Temmuz seçimleri, bir gerçeği ortaya koymuştur. “MENFAAT”

         Küreselleşmenin getirdiği olgular, İnsanlarımızı milli ve manevi değerlerinden uzaklaştırmaya başlamıştır.

         Mankurtlaştırılıyoruz !

         “Fikir Fakiri, Hizmet Hırsızı” kişilerin revaçta olduğu günümüzde mutluluğun ölçüsü : Şahsi menfaat ve Para olmuştur...

         Bilgi Kirliliği ve Kargaşası, bizde inandığımız Doğru lar hakkında bile şüphe uyandıracak seviyeye gelmiştir. Okuduklarımızın, gördüklerimizin, duyduklarımızın ve anladıklarımızın yanlış sonuç doğurması, ruh sağlığının bozulmasına neden olmaktadır.

Dikkat !

Sevgi ve Muhabbetin yerine, Öfke ve Düşmanlık !

Birlik ve Yardımlaşma yerine, Ayrılıkçılık ve Bencillik !

Milli ve Manevi duyarlılık yerine, Nemelazımcılık !

Yatırım ve Üreticilik yerine, Faizcilik ve Tüketicilik !

Toplumun Hayat tercihi oluyor...

         Bir Türk Milliyetçisi olarak, Ülkemin sorunlarını ve muhtemelen yaşayacağı tehlikeleri, Partili farkı gözetmeksizin Allah’ın izni ve Yardımı ile her yerde anlatmaya çalışacağım...

         Hz. Musa (A.S.) “Allah’ım içimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından hepimizi helak mı edeceksin ?” (A’raf Süresi 155. ayet) Dua ve Tövbesi ile İnsanlarımıza gitmeliyiz... Çünkü, başka Vatanımız yok! Başka Devletimiz yok!

         Lütfen, Duyun-u Umumiye ve Reji İdaresi unutulmasın ! Aynı oyun yeniden tezgahlanmıştır. Bu sefer daha planlı tarzda TESLİMİYET politikalarına alet olmaktayız...

 

UNUTMA ! SEVR ANTLAŞMASI BİR İBRET’TİR...

 

                                                                     

                                          Yılmaz Karahan

------------------------------------------------------------

19/09/2007'de Yayınlandı

BÜYÜK  TEHLİKE !

 

 Ülkemizin içerisinde bulunduğu sıkıntıları ve sosyal bunalımları, herkes kendi kapasitesince biliyor ve yorumlayabiliyor. Hatta çözümler bile üretebiliyor… Çözüm olarak demokratik (!) bir seçimle iş başına getirilen AKP Hükümeti olmalıymış diye bir irade belirtildi. Muhalefet Partilerinin, Halkın tercihine saygı gösterme iradesini taşıması da demokratik bir yaklaşım olarak ta gösteriliyor… Olabilir… Zaten olmuş ve oluyor…

“Demokrasi nedir ?” diye bir soru sorulsa, hemen karşılığın da alınacak cevaplar aşağı yukarı bellidir. “Hak-Hukuk-Eşitlik-Hürriyet-Özgürlük-Bağımsızlık ” gibi çok sihirli ve değerli kelimeler ile yapılacak tanımlar insanları cezp edecektir.

Şimdi başka bir soru. “Demokrasi nerede olur veya olması gerekir ?” Cevabı ise gayet açık… “Yönetim olan her yerde” O halde halkın Demokrasi İdaresi ile yönetilmesi için bir Yönetimi yani bir Devletinin olması gerekir. Bu Devletinin de Bağımsız olması vaz geçilmez bir temel unsurdur. Yani Devlet olmadan Demokrasi uygulanamaz.

Son sorumuz şu. “T.C. Devleti sosyal, siyasi ve ekonomik alanlarda bağımsız mı ?”

Efendim bu soruya vereceğiniz cevap kadar, demokratiksiniz !

Cevap veremiyorsanız, ABD ve AB tarafından size müşteri pozisyonunuz da ne kadar tükettiğinizle orantılı olarak demokratik haklarınız verilecektir...

 

         Büyük Ortadoğu Projesi’nin, İnsani amaçlarından biri şu idi…

“Ortadoğu’da Demokratikleşme ve İnsan Haklarını sağlamak.” Sağladılar. Demokratik tarzda Bir Milyon insanın ve zenginlik kaynaklarının yok edilişini görüyoruz. Bu demokratik uygulama içerisinde Terör örgütlerinin ABD tarafından  beslendiğini de insani bir tarzda anlıyoruz (!)

 

         Burada, gündeme gelmeyen ve konuşulmaktan kaçınılan bir yere kısaca işaret etmek istiyorum.

         ABD, Büyük Ortadoğu Projesin de kısmen başarılı olmuştur. Ancak ABD’nin esas hedefi, Orta  Asya Türk Devletleridir. Nedeni ise…

a)  Türk Ülkelerinde (Türkmenistan-Özbekistan-Kırgızistan-Tacikistan-Kazakistan ) bulunan enerji ve değerli maden kaynaklarını kullanmak.

b)      Çin ve Rusya’nın gelişmesini engellemek.

c)      Türk Birliğini engellemek.

d)      Hindistan’ı kontrol altında tutmak.

 

         Bunu nasıl başaracak ? Bu Coğrafya’da Demokrasi Havariliği çok pirim yapmıyor. Bundan dolayı “etnik ve inanç” farklılıklarını kullanarak ülkelerde kargaşa ve isyanlar çıkartılacak.

Neler bekleniyor veya yakın zamanda neler olabilir ?

a)       ABD, Hindistan’ı destekleyerek bir güç oluşturabilir.

b)      Hindistan, Orta Asya Devletlerinin enerji kapısı olabilir.

c)      Türk Birliğinin engellenmesi için; Türkiye’nin ABD ve AB’nin sadık bir müttefiki olması münasebetiyle Türk Devletleri ile ilişkileri kopartılacak. Türk Devletleri, Rusya ve Çin tehlikesine karşı ABD ile yakın temasa zorlanacak.

d)      Türk Devletlerine, direnç yönünden örnek olan İran’da iç kargaşanın çıkması gerekecek. Bu nasıl olacak ? İran’da bulunan Azeri Türkleri isyana teşvik ettirilebilir. Aynı zamanda İran PKK’sı, PJAK ile terörü azdırmak.

e)       Hindistan için bir tehlike olan Pakistan’da iç kargaşanın çıkması.

f)       Doğu’dan (Azerbaycan, İran, Türkmenistan) Batı’ya (Türkiye’ye) gelecek veya gelebilirliği olan enerjiyi  engellemek. Türkiye’yi pasifize  etmek.

 

         Orta Asya ve Orta Doğu’da gelişecek her olay Türkiye’yi yakından ilgilendirecektir. Eğer, bu “Büyük Tehlike” iyi analiz edilemeyip tedbirleri alınamazsa Türk Devletlerini felaketler bekliyor demektir.

 

         Taşeron, demokrasi havarilerinin de tek derdi var ; Atatürk ve Fikirleri.  Bu üst kimlikli zevatlar aldıkları emir ve arpalıkların hakkını vermek için her türlü pisliği yapacaklardır. Bizim bunlara vereceğimiz tek cevap, Atatürk’ün emanetlerine sahip çıkmaktır.

 

         Türk Milletinin, tek bir şeye ihtiyacı vardır…

Atatürk’ü anlayabilen , yaşayabilen ve Fikirlerini uygulayabilecek bir LİDER !

 

“Büyük Davamız, En Uygar ve En Kalkınmış Millet Olarak Varlığımızı Yükseltmektir.” M.K. ATATÜRK

 

                                                      Yılmaz Karahan

--------------------------------------------------------------------

22/09/2007' de Yayınlandı

AB SÜRECİNDE İLKE, ONUR VE KARARLILIK ZAMANI

                                                                                                           Mustafa Nevruz SINACI

            Günümüzde bir uygarlık projesine dönüşen Avrupa Birliği; Atatürk’ün vefatından 9 ay sonra 1 Eylül 1939 tarihinde patlak veren, çok vahşi, insanlık dışı, kan, katliam ve soykırımla malul İkinci Dünya Savaşı’nın  zorunlu kıldığı akılcı bir neticedir.

            Önce bir demir-çelik ve maden birliği idi.

            Sonra, Avrupa Ekonomik Topluluğu’na dönüştü.

            Derken, bir “uygarlık projesi” kisvesine büründü ve AB (Avrupa Birliği)’ne dönüştü.

            Bunun böyle olacağı aslında Birinci Dünya Savaşı sonunda belli idi. Şu anda aziz Türk milletinin “mâşeri vicdanı” olan Mustafa Kemâl ATATÜRK, bunu çok önceleri haber vermiş; Demokrasi Şehidi merhum Menderes’in AET’e ilk başvuruda bulunurken işaret ettiği veçhile: Bir batılılaşma vetiresi (süreci) olarak değil, batı ile, mutlak mütekabiliyet ve eşitlik ilkeleri muvacehesinde “ekonomik, sınai, bilimsel ve teknolojik” işbirliği amaçlanmıştır. Yoksa, asla bir uygarlık ve/veya medeniyet projesi bağlamında “batılılaşma” gibi, akıl ve mantık dışı ütopik yaklaşım olarak değil.

            ATATÜRK NE DEMİŞTİ :    

            “EFENDİLER; Avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve uygarlaşmasına karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin ?..

Tarih ,böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!...Mustafa Kemâl  ATATÜRK”

Dikkat edin lütfen !...

Şimdiki adı, amacı ve izlediği strateji yönünden AB, Türkiye için ne bir amaç ve ne de bir araç olarak telâkki edilemez. Sadece ve yalnızca, Atatürk’ün evvelinde basiret göstererek isabetle işaret buyurduğu “ekonomik, sınai, bilimsel ve teknolojik” iştirak ve karşılıklı ilişki ve işbirliği; Hiçbir konuda taviz ve ivaz vermemek suretiyle geliştirilebilir ve sürdürülebilir.

SÜRECE BİR BAKALIM :   

            Bilindiği üzere, önceki adı ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) Türkiye ilişkileri, Cumhuriyet tarihinde ilk kez Demokrat Parti tarafından başlatılmıştır. 09 Temmuz 1959’da Roma Antlaşmasının 238. ci maddesi hükmüne uygun olarak hazırlanan ve 31 Temmuz 1959' da yapılan ilk başvuruyu müteakip, ilişkiler sistematik olarak geliştirilmiş ve 1963 yılında tamamlanacak biçimde plânlanmış ve ne yazık ki 1960 yılında vaki kasıtlı bir provokasyon olan 27 Mayıs darbesi ile bu süreç kesintiye uğratılmıştır.

Öyle ki, 16 Eylül 1961 günü Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan ‘idam sehpasına’ giderken bile Ortak Pazar’ı tartışmışlardır. Yani, halkın oyu ile gelen ve fakat kasıtlı ve karanlık bir darbe ile gasp ve enterne edilen DP, Avrupa ile entegre olma ve Atatürk'ün gösterdiği "çağdaşlaşma-evrensel kalkınma ve ileri teknolojiyi yakalama" yolunda son derece kararlı, azimli ve samimi idi.

Bu kararlılık, iyi niyet ve samimiyetin açık bir göstergesi olarak, 1950-1960 dönemi kalkınma ve gelişme hareketinde, bütün Avrupa ülkeleri ile ikili ilişkiler geliştirme, AET’ in beyin gücü ve bilgi birikiminden yararlanma, ticaret hacmini geliştirme ve geniş ölçüde teknoloji transferi biçiminde kendini göstermiştir. Yine, entegrasyon konusunda Yunanistan'ın rolü ve gelecekteki durumu çok iyi anlaşıldığı ve hesaplandığından, başta Londra ve Zürich anlaşmaları olmak üzere, ikili sorunların pek çoğu tam bir basiret ve beka eseri olmak üzere halledilmiş, ayrıca iki ülke arasında sağlam bir dostluk ve samimi bir işbirliği köprüsü kurulmuştur. Zira DP, 1947 Ege On İki Adalar peşkeşi ve 1955’de vaki Yunan subayı Grivas ve EOKA olaylarını (Kıbrıs meselesini) çok iyi okumuştu. 

            1960-2002 Süreci: DP’den sonra gelen Hükümetler AB konusunda asla samimi ve ciddi olmamışlardır. Bu görüş çok yerinde ve doğrudur. Zira, bu konuda ilk ve en büyük olumsuzluk 1960 darbesidir. Eğer darbe olmasa idi; 1963 Ankara Antlaşması ‘Türkiye’nin AET’ e katılım anlaşması’ olabilirdi. Bu büyük fırsat ne yazık ki kaçırılmış ve Türkiye, o günden bu güne 45 yıl boş yere beklemek zorunda kalmıştır. Daha da ne kadar bekleyeceği bilinmemektedir. Darbe ile birlikte askıya alınan demokrasi, yükselen değerlerde durma ve gerileme ile birlikte, başta siyaset ve ekonomik uygulamalarda vaki yozlaşma ve yanlış politikalar, Türk halkının yararına olan bu entegrasyonun başa geçen gerici-yobaz, demokrasi düşmanı ve çağdışı unsurların "işine gelmemesi" nedeniyle akamete uğratıldığı ve oyalama taktiği içinde olunduğunu göstermektedir.

            GÜNCEL POLİTİKA

            1. AET/AT, 1995 Helsinki Konferansı ile birlikte, tarihi perspektifinden ayrılarak "Bir büyük medeniyet projesine" dönüşmüş, konum ve durumu itibarıyla, ‘mütekabiliyet ve eşitlik ilkesi şartıyla’ Türkiye için entegrasyon hayati önem ve değerini kaybetmiştir. 1995 yılında imzalanan ve 01.Ocak.1996 gününden itibaren geçerlik kazanan GB antlaşması Türkiye için tam bir utanç ve yüzkarasıdır. Bu menfur antlaşma ile ülkemizin egemenlik, özel hukuk ve adalet haklarının büyük bölümü AB’ye devredilmiş, Milli Dava Kıbrıs riske edilmiş, vatana ihanet ile eş yükümlülükler altına imza atılmış ve Türkiye alenen, “AB’ye katılma” sürecini terk ederek bunun yerine “AB’ye bağlanma” sürecine girmiştir.     

            2. Bu nedenle, Türkiye AB' ye mutlaka ilkeli, onurlu ve sorumlu bir biçimde; Diğer ortaklara nazaran farklı bir taviz ve ivaz vermeden katılmak ve birliğin eşit şartlar ve mutlak surette eşit haklara sahip ortağı olmak zorundadır. (başkaca bir alternatif geliştirilmedikçe) Atatürk’ün vasiyeti olan ‘bilim ve teknoloji transferi, refah ve zenginlik için batı ile işbirliği’ (lütfet dikkat ediniz: ahlâken çürümüş, çökmüş ve tefessüh etmiş sözde medeniyeti ithal ve taklit etmek değil) Gelişen ilişkiler ve dünya konjonktürü itibarıyla Ülkemiz, insanımız ve devletimizin menfaati bunu gerektirdiği için batı ile “ekonomik ve teknik entegrasyon” siyasi ve sosyal değil ! Uygarlık ve medeniyet bağlamında ise hiç değil. 

            3. Ancak, şu an devam eden ve/veya ediyor gibi görünen katılım sürecinde, evrensel hukukun "mütekabiliyet" ilkesi esas alınmak ve bütün uyum yasaları "dayatma" anlayışı ile değil; Maestrich, Schengen ve Kopenhag kriterlerinde öngörülen insan hakları, adalet, hukuk, Demokrasi, ve uzlaşma kültürü, karşılıklı menfaat, anlaşma-uzlaşma, uyum ve tam eşitlik ilkesi çerçevesinde yapılmak zorundadır. Gelinen noktada gözetilmesi zorunlu kriter budur.

            4. Avrupa Pârlamentosunda fiili temsil-ilzam ve müşterek karar noktasına gelinmeden; "iyileştirme ve uyumlaştırma" adı altında baskı, dayatma, siyasal ve kültürel empozasyon, iç işlerimize karışma, dış politikalara müdahale ve borçlanma, serbest dolaşım, edinim, ikamet ve vize uygulamaları gibi hususlarda, eski ve mevcut ortaklara uygulanan hak, usul, esas ve politikalara aynen uyulması, ilişkilerin iyi niyetle "adaletli ve ilkeli" bir biçimde esastır.Kaldı ki, bunların tamamı 1963 Ankara Antlaşması ile iktisap edilmiş, ancak 1989 sürecinde gizli anlaşmalarla feragatte bulunulmuş müktesep haklardır. 

            5. Özellikle, Lozan' ın yok sayılması ve Sevr' e dönüşü anımsatan irticai teşebbüslerin hoş görülmesi, bu yönde ödün, taviz, baskı-dayatma ve ivazların kabulü mümkün değildir. Türkiye'nin vazgeçilmez, bölünmez bütünlüğü ile üniter devlet yapısının korunması ve buna saygı duyulması, bundan maada önemli kararların ise referanduma sunulması zorunludur.

 
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol