AB SÜRECİNDE İLKE, ONUR VE KARARLILIK ZAMANI
Mustafa Nevruz SINACI
Günümüzde bir uygarlık projesine dönüşen Avrupa Birliği; Atatürk’ün vefatından 9 ay sonra 1 Eylül 1939 tarihinde patlak veren, çok vahşi, insanlık dışı, kan, katliam ve soykırımla malul İkinci Dünya Savaşı’nın zorunlu kıldığı akılcı bir neticedir.
Önce bir demir-çelik ve maden birliği idi.
Sonra, Avrupa Ekonomik Topluluğu’na dönüştü.
Derken, bir “uygarlık projesi” kisvesine büründü ve AB (Avrupa Birliği)’ne dönüştü.
Bunun böyle olacağı aslında Birinci Dünya Savaşı sonunda belli idi. Şu anda aziz Türk milletinin “mâşeri vicdanı” olan Mustafa Kemâl ATATÜRK, bunu çok önceleri haber vermiş; Demokrasi Şehidi merhum Menderes’in AET’e ilk başvuruda bulunurken işaret ettiği veçhile: Bir batılılaşma vetiresi (süreci) olarak değil, batı ile, mutlak mütekabiliyet ve eşitlik ilkeleri muvacehesinde “ekonomik, sınai, bilimsel ve teknolojik” işbirliği amaçlanmıştır. Yoksa, asla bir uygarlık ve/veya medeniyet projesi bağlamında “batılılaşma” gibi, akıl ve mantık dışı ütopik yaklaşım olarak değil.
ATATÜRK NE DEMİŞTİ :
“EFENDİLER; Avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve uygarlaşmasına karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin ?..
Tarih ,böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!...Mustafa Kemâl ATATÜRK”
Dikkat edin lütfen !...
Şimdiki adı, amacı ve izlediği strateji yönünden AB, Türkiye için ne bir amaç ve ne de bir araç olarak telâkki edilemez. Sadece ve yalnızca, Atatürk’ün evvelinde basiret göstererek isabetle işaret buyurduğu “ekonomik, sınai, bilimsel ve teknolojik” iştirak ve karşılıklı ilişki ve işbirliği; Hiçbir konuda taviz ve ivaz vermemek suretiyle geliştirilebilir ve sürdürülebilir.
SÜRECE BİR BAKALIM :
Bilindiği üzere, önceki adı ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) Türkiye ilişkileri, Cumhuriyet tarihinde ilk kez Demokrat Parti tarafından başlatılmıştır. 09 Temmuz 1959’da Roma Antlaşmasının 238. ci maddesi hükmüne uygun olarak hazırlanan ve 31 Temmuz 1959' da yapılan ilk başvuruyu müteakip, ilişkiler sistematik olarak geliştirilmiş ve 1963 yılında tamamlanacak biçimde plânlanmış ve ne yazık ki 1960 yılında vaki kasıtlı bir provokasyon olan 27 Mayıs darbesi ile bu süreç kesintiye uğratılmıştır.
Öyle ki, 16 Eylül 1961 günü Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan ‘idam sehpasına’ giderken bile Ortak Pazar’ı tartışmışlardır. Yani, halkın oyu ile gelen ve fakat kasıtlı ve karanlık bir darbe ile gasp ve enterne edilen DP, Avrupa ile entegre olma ve Atatürk'ün gösterdiği "çağdaşlaşma-evrensel kalkınma ve ileri teknolojiyi yakalama" yolunda son derece kararlı, azimli ve samimi idi.
Bu kararlılık, iyi niyet ve samimiyetin açık bir göstergesi olarak, 1950-1960 dönemi kalkınma ve gelişme hareketinde, bütün Avrupa ülkeleri ile ikili ilişkiler geliştirme, AET’ in beyin gücü ve bilgi birikiminden yararlanma, ticaret hacmini geliştirme ve geniş ölçüde teknoloji transferi biçiminde kendini göstermiştir. Yine, entegrasyon konusunda Yunanistan'ın rolü ve gelecekteki durumu çok iyi anlaşıldığı ve hesaplandığından, başta Londra ve Zürich anlaşmaları olmak üzere, ikili sorunların pek çoğu tam bir basiret ve beka eseri olmak üzere halledilmiş, ayrıca iki ülke arasında sağlam bir dostluk ve samimi bir işbirliği köprüsü kurulmuştur. Zira DP, 1947 Ege On İki Adalar peşkeşi ve 1955’de vaki Yunan subayı Grivas ve EOKA olaylarını (Kıbrıs meselesini) çok iyi okumuştu.
1960-2002 Süreci: DP’den sonra gelen Hükümetler AB konusunda asla samimi ve ciddi olmamışlardır. Bu görüş çok yerinde ve doğrudur. Zira, bu konuda ilk ve en büyük olumsuzluk 1960 darbesidir. Eğer darbe olmasa idi; 1963 Ankara Antlaşması ‘Türkiye’nin AET’ e katılım anlaşması’ olabilirdi. Bu büyük fırsat ne yazık ki kaçırılmış ve Türkiye, o günden bu güne 45 yıl boş yere beklemek zorunda kalmıştır. Daha da ne kadar bekleyeceği bilinmemektedir. Darbe ile birlikte askıya alınan demokrasi, yükselen değerlerde durma ve gerileme ile birlikte, başta siyaset ve ekonomik uygulamalarda vaki yozlaşma ve yanlış politikalar, Türk halkının yararına olan bu entegrasyonun başa geçen gerici-yobaz, demokrasi düşmanı ve çağdışı unsurların "işine gelmemesi" nedeniyle akamete uğratıldığı ve oyalama taktiği içinde olunduğunu göstermektedir.
GÜNCEL POLİTİKA
1. AET/AT, 1995 Helsinki Konferansı ile birlikte, tarihi perspektifinden ayrılarak "Bir büyük medeniyet projesine" dönüşmüş, konum ve durumu itibarıyla, ‘mütekabiliyet ve eşitlik ilkesi şartıyla’ Türkiye için entegrasyon hayati önem ve değerini kaybetmiştir. 1995 yılında imzalanan ve 01.Ocak.1996 gününden itibaren geçerlik kazanan GB antlaşması Türkiye için tam bir utanç ve yüzkarasıdır. Bu menfur antlaşma ile ülkemizin egemenlik, özel hukuk ve adalet haklarının büyük bölümü AB’ye devredilmiş, Milli Dava Kıbrıs riske edilmiş, vatana ihanet ile eş yükümlülükler altına imza atılmış ve Türkiye alenen, “AB’ye katılma” sürecini terk ederek bunun yerine “AB’ye bağlanma” sürecine girmiştir.
2. Bu nedenle, Türkiye AB' ye mutlaka ilkeli, onurlu ve sorumlu bir biçimde; Diğer ortaklara nazaran farklı bir taviz ve ivaz vermeden katılmak ve birliğin eşit şartlar ve mutlak surette eşit haklara sahip ortağı olmak zorundadır. (başkaca bir alternatif geliştirilmedikçe) Atatürk’ün vasiyeti olan ‘bilim ve teknoloji transferi, refah ve zenginlik için batı ile işbirliği’ (lütfet dikkat ediniz: ahlâken çürümüş, çökmüş ve tefessüh etmiş sözde medeniyeti ithal ve taklit etmek değil) Gelişen ilişkiler ve dünya konjonktürü itibarıyla Ülkemiz, insanımız ve devletimizin menfaati bunu gerektirdiği için batı ile “ekonomik ve teknik entegrasyon” siyasi ve sosyal değil ! Uygarlık ve medeniyet bağlamında ise hiç değil.
3. Ancak, şu an devam eden ve/veya ediyor gibi görünen katılım sürecinde, evrensel hukukun "mütekabiliyet" ilkesi esas alınmak ve bütün uyum yasaları "dayatma" anlayışı ile değil; Maestrich, Schengen ve Kopenhag kriterlerinde öngörülen insan hakları, adalet, hukuk, Demokrasi, ve uzlaşma kültürü, karşılıklı menfaat, anlaşma-uzlaşma, uyum ve tam eşitlik ilkesi çerçevesinde yapılmak zorundadır. Gelinen noktada gözetilmesi zorunlu kriter budur.
4. Avrupa Pârlamentosunda fiili temsil-ilzam ve müşterek karar noktasına gelinmeden; "iyileştirme ve uyumlaştırma" adı altında baskı, dayatma, siyasal ve kültürel empozasyon, iç işlerimize karışma, dış politikalara müdahale ve borçlanma, serbest dolaşım, edinim, ikamet ve vize uygulamaları gibi hususlarda, eski ve mevcut ortaklara uygulanan hak, usul, esas ve politikalara aynen uyulması, ilişkilerin iyi niyetle "adaletli ve ilkeli" bir biçimde esastır.Kaldı ki, bunların tamamı 1963 Ankara Antlaşması ile iktisap edilmiş, ancak 1989 sürecinde gizli anlaşmalarla feragatte bulunulmuş müktesep haklardır.
5. Özellikle, Lozan' ın yok sayılması ve Sevr' e dönüşü anımsatan irticai teşebbüslerin hoş görülmesi, bu yönde ödün, taviz, baskı-dayatma ve ivazların kabulü mümkün değildir. Türkiye'nin vazgeçilmez, bölünmez bütünlüğü ile üniter devlet yapısının korunması ve buna saygı duyulması, bundan maada önemli kararların ise referanduma sunulması zorunludur.