KURT YAVRUSU
  GÜNLÜK GAZETE ARŞİVİ-4
 
 

UYUM-OTORİTE VE SÜRÜ PSİKOLOJİSİ VEYA KÖRLER KÖRLERİ YÖNLENDİRDİĞİNDE

 

Ramazan K.  Kurt

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yapılan araştırmalarda herkesi şaşırtan bir sonuç ortaya çıktı: İnsanların büyük çoğunluğu hemen hemen her şeyi yapmaya ikna edilebilirler.

Swarthmore psikoloğu Solomon Asch, insanların çevresine uyma eğiliminin bağımsız düşünceye ve rasyonel yargılama yeteneğine uyma eğiliminden daha güçlü olup olmadığını deneylerle öğrenmek istedi.

Deney sonunda deneklerin yüzde 70'i grup çoğunluğunun baskısından kurtulamayarak orta uzunlukta olan çizginin en uzun çizgi olduğunu söylediler.

Sonuç, pek çok insan çok ağır psikolojik baskı altına alındığında tamamen yanlış olsa bile kalabalığın verdiği karar yönünde hareket etmektedir.

Stanley Milgram bu araştırmayı daha da ileri taşıyarak bir otorite figürünün sıradan bir fert üzerinde ne derece etki uyandırdığını tespit etmek istedi.

Milgram farklı sosyal tabakalardan ve mesleklerden yani normal insanlardan oluşan denekler seçti.

Meşhur deneyde denekler tabii olduğunu düşündükleri bir laboratuara kondu ve oradaki otorite figürü beyaz önlük içinde bir bilim adamıydı ve deneklerden diğer kişilere işkence yapmasını istedi.

Verilen talimatları harfiyen takip eden ve uygulamaya yönelen denek oranı yüzde 65'ti.

Milgram deneyleri, insanların otoriteye boyun eğmek ve güvenmek eğilimi o kadar güçlü ki, verilen talimatları yerine getirmek uğruna bütün kişiliklerini ahlaki değerlerini ve olumlu iradelerini kolayca terk edebiliyor olduklarını ortaya çıkardı.

Milgram ve Asch deneyleri kitlelerin nasıl işlediğini göstermektedir. En önemlisi de lider ve/veya liderler, belirli sayıda insan kalabalığını bir şeye inanmaları için bir kez ikna ettiğinde bu kitlelerin göstermiş olduğu inanma eğilimi diğer insanların da bu kitleye katılmasını tetikliyor.

Bireyler karar alma yeteneğine güvendiği için birini yetkili kişi tayin etmek bir kitlenin belli hedeflere daha çabuk varmasını kolaylaştırabilir.

Amma, esas problem bir kitlenin otoriteye riayet etmesi ve saygı duymasının onları krizle etkili şekilde mücadele etmelerini engellediğinde ortaya çıkar. Mesela lideri kötü olan veya bir meselenin var olduğunu itiraf etmekten sakınan bir lidere sahip toplumlar ve milletler.

Otorite yanlısı bir lider, meseleleri, etkileri artık ciddi şekilde hissedilmeye başlayana kadar çözüm bulmayı erteler. Daha da tehlikelisi, bir lider olarak sebep olduğu etki nedeniyle kitlelerin de meseleleri göz ardı etmesine sebebiyet verir.

Sosyal psikolog Irving L. Janis 1972'de yayımlanan "Groupthink: Psychological Studies of Policy Decisions and Fiascoes" adlı eserinde Asch ve Milgram'ın çalışmalarından yola çıkarak neden grupların çoğu kez kötü kararlar aldığına değinir.

Irving Janis'in esas uzmanlık sahası devlet içindeki siyasi grupların davranışları ve bunların devleti nasıl sonuçları felaket olan yanlış tercihler yapmaya ittikleridir.

Janis'e göre, kapalı görüşlülük, aşırı güven ve boyun eğmek için hissedilen baskının "akli faaliyetin, gerçeği sınamanın ve ahlaki karar alma mekanizmasının çöküşüne" sebep olan

SÜRÜ PSİKOLOJİSİ adını verdiği bir durum meydana getirmektedir.

Dünyaca ünlü politik psikoloji uzmanı Vamık D. Volkan da, geniş grup kimliğinden bahsetmekte, tehdit altındaki toplumları geniş grup oluşturma yönünde GERİLEME (regresyon) eğilimine ve politik liderlerin bu gerilemeyi nasıl yönlendirebileceğini "Körü Körüne İnanç" adlı eserinde analiz etmektedir.

Geniş grup kimliği kavramı, çoğu hayatları boyunca kesinlikle bir araya gelmeyecek olan binlerce ya da milyonlarca bireyin aynı etnik, dini, milli ya da ideolojik gruba ait olmaya dayalı yoğun bir AYNILIK duygusuyla birbirine nasıl bağlandıklarını tanımlamaktadır.

The Economist şöyle yazmıştı: "Irak'ta kitle imha silahlarının varlığına olan inanç öyle güçlüydü ki, bu durum "sürü psikolojisi" fenomenine en ciddi örneklerden birini teşkil eder."

Malum Irak'ta kitle imha silahlarından zerresi yoktu. Bunun üzerine BM Kitle İmha Silahları Araştırma Şefi Hans Blix ABD'yi "dini inanç odaklı istihbarat" yapmakla suçlamıştı.

Clinton döneminin çalışma bakanı bir makalesinde yazmıştı. Aslında CIA ajanları Saddam Hüseyin'in kitle imha silahları olmadığından şüphelendiler, ABD Dışişleri Bakanlığı personeli Irak'ı işgal planının gerçekten çok hatalı olduğunu biliyordu. Fakat bu tarz açıklama ve görüşler Beyaz Saray'da yönetimi elinde tutan bir dini grup olan Evanjelistler tarafından bastırıldı.

Neyi duymak istedilerse o hale çevirdiler. (Robert B. Reich, "The Paradox Explained", American Prospect 16, No: 10, 1 Ekim 2005)

Sonuç olarak, baskı altındayken önemli bir durumla karşılaşıldığında "sürü psikolojisinin" her grubu etkilediği ve tarihi karar hatalarına sebep olabildiğidir.

En önemlisi de sürü psikolojisi temelde küçük grupları etkilemesine rağmen bir grup ya da grubun üyeleri kontrolü ele aldıklarında fikirleri yukarıda anlattığımız fenomen aracılığıyla bütün topluma sızmakta, kitleleri devşirmektedir. Böyle durumlarda diyor uzmanlar "kötü bir karar koca bir millet için trajik sonuçlar doğurabilir."

Peki, buraya kadar anlattığımız psikolojik bariyerleri nasıl aşacağız?

Birincisi, deneylerinde ortaya koyduğu gibi sürü psikolojisinden bütün gruplar etkilenmeye mahkûm değiller. Ciddi oranda pek çok fert psikolojik operasyonlara direnebilecek yeteneğe sahiptir.

Nitekim yukarıda anlattığımız Milgram deneyinde deneklerin yüzde 35'i, Asch'ın deneklerinin yüzde 30'u kendi yargılarına güvenmişlerdir.

İkincisi, en üst seviyeden iyi organize edilmiş karşı psikolojik savaş kurumu milletlerin, kitlelerin yabancı servisler tarafından uygulamaya konulan yıkıcı sürü psikolojisi operasyonlarını kırabilmekte, onları boşa çıkarabilmektedir.

Türkiye'de maalesef R.T.Erdoğan hükümeti MGK bünyesinde bulunan psikolojik savaş birimini 2004 yılında lağvetti.

Her durumdan vazife çıkaran Genelkurmay Başkanlığımız, zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve sonra gelen Yaşar Büyükanıt her nedense bu duruma ses çıkarmadılar. Buradaki sitemim peygamber ocağı kahraman Türk ordusunun kurumsal kişiliğine değildir, biline. Çünkü maalesef başka güvenecek devlet kurumu kalmadı.

22 Temmuz seçimleri öncesinde Türk milletinin kafasının bulanıklığında bu kurumun ortadan kaldırılmış olmasının büyük payı vardır. Zaten seçim sonuçları da bu öngörümüzü doğrulamaktadır.

Neticede fert fert; sürüyle daha az özdeşleşmeyi, otorite veya güç figürleri tarafından ilan edilenleri, post-modern görüşleri, popüler kültür öğelerini sorgulamayı ve kendimiz analiz etmeyi öğrenirsek, sürü psikolojisinden daha az etkilenmemizi sağlayacak duygusal olgunluğa erişebiliriz.

Üzerimize bütün hışmıyla gelmekte olan Yeni Dünya Düzeni krizi sivil asker liderlerimizin ve kurumlarımızın uygulamaya alışkın olduğu soğuk savaş çözümlerinden çok farklı çözüm gerektirmektedir.

Bu hususta ilk yapılması gereken adı ne olursa olsun karşı psikolojik savaş müsteşarlığıdır. Bu müsteşarlığın organizasyonunda ilk faaliyette inanç homojenliğini sağlamak için Kur'an'daki İslam'ın kitlelere doğru öğretilmesi ve mikro milliyetçiliklere karşı Türklük gurur ve şuurunun canlı tutulmasıdır.

Çünkü Yeni Dünya Düzeni'nin güç simsarları İslam ve Türklüğü ufalama-amipleştirme politikasını ustalıkla kullanmaktadırlar. Zira devletin bu husustaki kurumları felç edilmiştir. Diğer kullandıkları iki unsura gelince; özelleştirme üzerinden finansal hegemonya ve küresel iklim değişikliğine bağlı dezenformasyonlar.

Türkiye'ye dayatılan ılımlı İslam'ın arkasındaki "yerli" savunucuların çoğu etnik milliyetçilik yapmayı, açıktan savunmayı politikalarına uygun bulmadıklarından dinimizin arkasına sığınarak "İslamcılık" yapmaktadırlar.

Bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Bugün ABD-İsrail-İngiltere üçlüsü ve AB ile ekonomik-siyasi işbirliği yapan çoğu etnisiye problemli "İslamcı" çizginin geçmiş sicillerine baktığımızda; Rus ihtilalinden sonra 1918-1921 döneminde komünistlerle işbirliği yaptıklarını görürüz. Komünist-"İslamcı" işbirliği en büyük semeresini Endonezya'da vermiş, daha sonra ülke her açıdan bataklığa gömülmüştür.

Türkiye İngilizce'de "Intersection" denilen dörtlü bir kavşaktadır. Bütün emareler zuhur etmiştir. Yeni küresel siyasi ve ekonomik strateji Türkiye'yi siyasi belirsizliğe, dini, etnik küresel parçalanmışlığın girdabına doğru çekmektedir.

Dini ve etnik kılıklı hareketler şuurlu olarak yapılan iç ve dış destekli servet transferleri ile siyasi olarak güçlendirilmektedir. Bu hareketlerin buluştuğu çizgide ortaya çıkan siyasi alanın aktörleri bu projenin "yerli" işbirlikçileri olarak gönüllü yer almaktadırlar.

Rahmetli Atatürk'ün "muasır medeniyet" dediği hedef 10 Kasım 1938'den beri körü körüne "Batılılaşma" serüvenine dönüşmüştür. Etnisiye tabanlı "laikler"in başlattığı bu serüven yine etnisiye tabanlı "İslamcı"lar eliyle mandacılıkla sonuçlanacak muhtevaya sahiptir.

Kuvayi milliyenin reddettiği mandacılık cumhuriyetin kuruluşunda etkili olamamanın rövanşını almak istemektedir.

Çeşitli siyasi dil oyunlarıyla yeniden karşımıza çıkarılan böyle bir sürecin ılımlı İslam retoriği ile meşrulaştırılmaya çalışılması Osmanlı Türkiyesi'nin son zamanlarında şeyhülislamların ve çoğunluk dini ulemanın tavrına benzemektedir.

Bunun en önemli sebebi 10 Kasım 1938'den bu tarafa cumhuriyet kendi aydınını, din âlimlerini, toplumun ihtiyaç duyduğu dini tarikatları millileştirememiş olmasıdır.

Dini tarikat gerçeği ABD, Kanada ve İsrail'de bizde olandan daha yaygın ve güçlüdür. Ama oradakilerin temel özelliklerinden biri milliyetçi oluşlarıdır. Hatta pek çoğu ırkçılık çizgisine pek yakındır.

Türkiye, biri bölgesel kapsamlı AB, diğeri küresel kapsamlı BOP projeleriyle cemaatçi "İslam", etnisiye ve finans gücü devreye sokularak düşük şiddetli bir devrimle dönüştürülmeye çalışılıyor. İlk hedef federasyon. Sonra mı? Sevr.

Son söz: Sevgili okuyucular siz ve ben yine "sürüler içinde sürmeli koyun" olmadığımız için "Sevr paranoyası" görmekle mi suçlanacağız?
--------------------------------------------

YA ERTELEYİN YA İPTAL EDİN...

Ortadoğu Gazetesi                                                                                                     05/10/2007

MHP Lideri Devlet Bahçeli´den Referandum uyarısı

MHP Lideri Devlet Bahçeli referandumun iptalini veya 11. cumhurbaşkanı seçimine ilişkin geçici maddenin çıkarılmasını önerdi; aksi halde ortaya çıkacak belirsizliğin hukuki meşruiyet tartışması ve kamplaşmaya yol açacağını söyledi

CUMHURBAŞKANI seçimini düzenleyen anayasa değişikliğinin halk oylamasında kabulü halinde Türkiye'nin yeni bir gerginlik ve çekişmelere sürüklenmesini önlemek ve doğacak hukuki kaos ortamını bertaraf etmek için TBMM'nin konuyu acilen ele alması çağrısı yapan Bahçeli, çok önemli önerilerde bulundu. İlk seçeneğin anayasa değişikliği paketini geri çekmek olduğunu belirten Bahçeli, bunun için, TBMM'de aynı yöntemle karar alanabileceğini vurguladı. 

ANAYASA değişiklik paketinin, "11. cumhurbaşkanı seçiminde uygulanacağı" yönündeki geçici maddesinin metinden çıkarılabileceğini de bildiren Bahçeli, 21 Ekim'den önce bu düzenlemelerin yapılması için TBMM'nin gerekirse hafta sonu da çalışmasını isteyerek"22 Temmuz seçimi öncesi cumhurbaşkanı seçimi konusunda yaşanan gerginlik şartlarında alelacele Meclis'ten geçirilen bu anayasa değişikliğinin Türkiye'yi yeni bir tartışma ortamına sokacağı şimdi bütün çıplaklığıyla görülmektedir" uyarısı yaptı.

MHP Lideri Devlet Bahçeli, 21 Ekimde yapılacak halk oylamasına sadece 17 gün kaldığını hatırlatarak ''"Türk halkı bu konuda elbette hür vicdanıyla bir karar verecektir. Ancak, Anayasa değişikliklerinin halk oylamasında kabulü halinde bazı konularda çok ciddi hukuki belirsizlikler ortaya çıkacağı görülmektedir'' dedi.

Mevcut Anayasa hükümleri uyarınca TBMM tarafından daha önce seçilmiş olan 11. Cumhurbaşkanı'nın durumu, görev süresi gibi hukuki belirsizlikler konusunda karar verecek makamın Yüksek Seçim Kurulu

olduğunu vurgulayan Bahçeli, Türkiye'nin yeni bir gerginlik ve çekişmelere sürüklenmesini önlemek ve doğacak hukuki kaos ortamını bertaraf etmek için TBMM'nin konuyu acilen ele alması gerektiğini söyledi

Bahçeli, "Türkiye' nin sosyal dokusu, etnik temelde ayrışma sürecinin derinleştirilmesiiçin sürdürülen tahrikler ve cepheleşme olgusunun Türk toplumunda yarattığı tahribat, bu konunun siyaset kurumu tarafından herkesin kabul edeceği bir sonuca ulaştırılmasını acil bir zorunluluk olarak karşımıza çıkarmıştır" dedi.

Bu durum karşısında sorunun aşılmasına yönelik önerilerini başta AKP olmak üzere siyasi partilerin değerlendirmesine sunduklarını kaydeden Bahçeli, , "MHP, siyaset kurumunun öncelikli görev ve sorumluluğunun, Türkiye'yi yeni bir hukuki ve siyasi tartışma ve çatışma ortamına sürüklememek olduğuna samimiyetle inanmaktadır. Bu düşüncelerle başta AKP olmak üzere Meclis'te temsil edilen siyasi partileri bu görev ve sorumluluklarının gereğini süratle yerine getirmeye davet etmektedir.

MHP bu yöndeki çabalara Türkiye Büyük Millet Meclisinde tam destek vermeye hazırdır" dedi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Anayasa değişikliklerinin halk oylamasında kabulü halinde bazı konularda çok ciddi hukuki belirsizliklerin ortaya çıkacağını söyledi.

Bahçeli, yaptığı yazılı açıklamada''31 Mayıs 2007 tarihinde kabul edilen 5678 sayılı "Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun" 16 Haziran 2007 tarihli Resmi Gazetede "halk oyuna sunulmak" üzere yayınlanmıştır.

 

Anılan kanun, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, seçim yöntemi, görev süresinin 5 yıl olması ve Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin 4 yılda bir yapılması gibi anayasa değişikliklerini içermektedir.21 Ekim 2007 tarihinde yapılacak halk oylamasına sadece onyedi gün kalmıştır. Bu süreç Yüksek Seçim Kurulu'nun belirlediği esaslara uygun olarak başlamıştır.Türk halkı bu konuda elbette hür vicdanıyla bir karar verecektir.

Ancak, Anayasa değişikliklerinin halk oylamasında kabulü halinde bazı konularda çok ciddi hukuki belirsizlikler ortaya çıkacağı görülmektedir'' dedi. 

GERGİNLİK YAŞANIR

''22 Temmuz 2007 seçim süreci öncesi Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda yaşanan gerginlik şartlarında alelacele Meclis'ten geçirilen bu Anayasa değişikliğinin Türkiye'yi yeni bir tartışma ortamına sokacağı şimdi bütün çıplaklığıyla görülmektedir'' diyen Bahçeli, şunları söyledi: ''Halkoylamasına sunulan kanunun 19. geçici maddesi 11. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngörmekte ve bunun takvimini belirlemektedir.

Buna göre kanunun halkoylamasında kabul edilip yürürlüğe girmesi halinde, halkoylaması sonuçlarının Resmi Gazete'de yayınlanmasını takip eden kırkıncı günden sonraki ilk Pazar günü, 11. Cumhurbaşkanı'nın seçimine ilişkin ilk tur oylama yapılması durumu ortaya çıkacaktır.

Bu konu bir süredir kamuoyunda tartışılmakta ve ortaya konulan farklı hukuki görüş ve yorumlar, Cumhurbaşkanlığı konusunun yeni bir gerginlik unsuru olarak siyasi gündemimize yeniden gireceğini göstermektedir.Türkiye'yi bu konuda yeni bir hukuki meşruiyet tartışmaları ve bunun davet edeceği bir kamplaşma süreci beklemektedir.''

YSK'NIN VERECEĞİ KARAR

''Mevcut Anayasa hükümleri uyarınca TBMM tarafından daha önce seçilmiş olan 11. Cumhurbaşkanı'nın durumu, görev süresi gibi hukuki belirsizlikler konusunda karar verecek makam Yüksek Seçim Kurulu'dur. Yüksek Seçim Kurulu'nun bu konuda alacağı karar hukuki ve siyasi tartışmaları sona erdirmeyecektir'' diyen Bahçeli, ''Bu bakımdan Türkiye'nin yeni bir gerginlik ve çekişmelere sürüklenmesini önlemek ve doğacak hukuki kaos ortamını bertaraf etmek için Türkiye Büyük Millet Meclisi bu konuyu acilen ele almalıdır.

Türkiye'nin sosyal dokusu, etnik temelde ayrışma sürecinin derinleştirilmesi için sürdürülen tahrikler ve cepheleşme olgusunun Türk toplumunda yarattığı tahribat, bu konunun siyaset kurumu tarafından herkesin kabul edeceği bir sonuca ulaştırılmasını acil bir zorunluluk olarak karşımıza çıkarmıştır.Bu durum karşısında Milliyetçi Hareket Partisi bu sorunun aşılması için şu hareket tarzlarını başta AKP olmak üzere siyasi partilerin değerlendirmesine sunmak istemektedir'' açıklaması yaptı.

 AKP'YE ÇAĞRI

Bahçeli sözlerini şöyle sürdürüdü: ''31 Mayıs 2007 tarihli ve 5678 sayılı "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun" halkoylamasıyla yürürlüğe girmeden önce, geri alınması önümüzdeki birinci imkândır.

Bunun için söz konusu Anayasa değişikliğinin aynı yöntemle geri alınması, diğer bir ifadeyle Anayasa değişikliği hakkında Anayasamızın aradığı nitelikli çoğunlukla ve usullerle bunun ortadan kaldırılmasının TBMM tarafından kabulü gerekecektir.

AKP hükümeti ve diğer partilerin bunu en uygun çıkış yolu olarak görmeleri halinde, Milliyetçi Hareket Partisi bu konuda gereken katkıyı sağlayacaktır.

Bu durumda, Cumhurbaşkanı'nın seçimi yöntemi, görev süresi ve 5678 sayılı kanunda öngörülen diğer değişiklikler, siyasi iktidarın gündeme getirmeyi düşündüğü Anayasa'nın yenilenmesi sürecinde ele alınabilecektir.

Bu yöntemin halkoylaması sürecinin başlamış olması nedeniyle bazı hukuki sorunlara yol açacağı düşünülüyorsa veya siyasi partilerce farklı nedenlerle benimsenmiyorsa, önümüzdeki ikinci yol, 5678 sayılı kanun halkoylamasıyla yürürlüğe girmeden önce 6. maddesinde değişiklik yapılarak geçici 18 ve 19. maddelerin metinden çıkarılmasıdır.

VAKİT GEÇ OLMADAN

Anılan kanun, halkoylaması sonuçlarının Resmi Gazetede yayımlanmasından sonra yürürlüğe girecektir. Bu bakımdan, henüz yürürlüğe girmemiş bu kanunun 6. maddesinde değişiklik yapılması önünde hukuki bir engel bulunmamaktadır.

Her iki yöntemin hayata geçirilmesi için önümüzde çok kısa bir süre bulunmaktadır.

Bu konudaki kanun değişikliğinin, Anayasa değişikliği için öngörülen usullerle 21 Ekim 2007 tarihinden önce sonuçlandırılıp Resmi Gazetede yayınlanması Anayasal bir zorunluluktur.

TBMM'nin bunun için gerekirse hafta sonu dahil çalışması mümkündür.

Milliyetçi Hareket Partisi, siyaset kurumunun öncelikli görev ve sorumluluğunun, Türkiye'yi yeni bir hukuki ve siyasi tartışma ve çatışma ortamına sürüklememek olduğuna samimiyetle inanmaktadır.

Bu düşüncelerle başta AKP olmak üzere Meclis'te temsil edilen siyasi partileri bu görev ve sorumluluklarının gereğini süratle yerine getirmeye davet etmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi bu yöndeki çabalara Türkiye Büyük Millet Meclisinde tam destek vermeye hazırdır.''
-------------------------------------------------------------

ACI GERÇEK

 

Ramazan YAVUZ - Muzaffer DURU DİYARBAKIR, (DHA)                                                                          6 Ekim 2007

Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ Diyarbakır'da, "23 yıldır süren terör mücadelesinde, bölücü örgüte katılımların önünü kesmekte başarısız olduk" diyerek acı bir tespitte bulundu. Başbuğ, "Başarılı olsaydık, bu mücadelenin bugünlere gelmemesi gerekirdi" dedi.

KARA
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, 23 yıldır süren terörle mücadelede, bölücü örgüte katılımların önüne geçilmesinde başarısız olunduğunu belirterek, "Başarılı olsaydık, bu mücadele sürecinin bugünlere gelmemesi lazımdı" dedi. Doğu ve Güneydoğu'daki birlikleri denetleyen Orgeneral Başbuğ, Diyarbakır Valisi Hüseyin Avni Mutlu'yu da makamında ziyaret etti. Başbuğ şu açıklamalarda bulundu:

BASKIMIZ KIŞIN DA SÜRECEK Birliklerimiz, son bir yılda terör örgütü üzerinde büyük bir baskı kurdu. Önümüzdeki sonbahar ve kış döneminde de bu baskı aynen devam edecektir. Teröristlere ve onların destekleyicilerine bir kez daha sesleniyoruz. Terörle bir yere ulaşmak mümkün değil. Yapılacak en iyi şey, teslim olup adaletin karşısına çıkmak.

Terörle mücadelede süreci 1984'te başladı. Bu sürecin kısaltılmasını isteyen herkes terör örgütüne katılımları engellenmeye çalışsın. Evlatlarını terör örgütlerine kaptıran anne ve babaların da yapabilecekleri şeyler vardır. Örgüte katılım kontrol altına alınırsa ülke terör belasından beklenenden daha kısa sürede kurtulacaktır. Güvenlik güçlerinin en büyük görevi elbette teröristi etkisiz hale getirmektir. 1984'ten 2007'ye, 23 yılda Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu terör örgütüne katılımlar noktasında başarılı mıdır? Hayır. Başarılı olsaydık bu mücadelenin bugünlere gelmemesi lazımdı.

TERÖRİSTİ AYIRT ETMEK ZOR Masum vatandaşlarımız ile töröristi ayırt etmek zorundayız. Bazen bunun için şehit de verebiliriz ama başka çıkar yolumuz yok. Terör örgütünün silahlı kadrosu durduğu sürece mücadele sürecektir. Bölge halkı bu mücadelede bizim her zaman en büyük destekçimiz oldu. Herkese potansiyel terörist gözüyle bakamayız. Halkımız terörden artık bıktı. Niye? En büyük zararı onlar gördü. Malını kaybetti, canını kaybetti.

BİR VAHŞETTİR Beytüşşebap'ta yaşanan katliam, vahşettir. Oradaki insanımızın duyduğu acıyı aynen paylaşıyoruz, o olay bizim de yüreklerimizi dağlamıştır. Türk ordusunu dünyanın başka hiç bir ordusuyla karıştırmasınlar büyük yanlış yaparlar.

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol