KURT YAVRUSU
  GAZETELERDEN ÖNEMLİ HABERLER ARŞİVİ - 9
 

BASINIMIZIN BARONLARI-1  

Tek kanallı dönemlerde TRT'de gördüğümüz bazı haber sunucuları, gazeteciler bugün Türkiye'nin en büyük kartel medyalarında ki köşeleri kapmış bulunuyorlar. Türk milleti bunların sunduğu haberleri izliyor. Bir nevi ülkeyi yönlendirmelerine seyirci oluyor. Tabiî ki izlenme oranları da yüksek bulunuyor. Yani millete neyi enjekte ettiyseniz millet onu izlemeyi sürdürüyor. Acaba milletimiz bu haber sunucularını, gazetecileri ne kadar tanıyor?

Tanıyoruz işte yıllarca bunların sunduğu haberleri, tartışma programlarını izliyoruz diyenler çıkabilir.

İşin aslı böyle mi acaba?

Gelin bir ufak araştırma yapalım, karşımıza çıkan sansürlenen biyografilerini bir kenara bırakarak haklarında ki iddiaları göz önünde bulunduralım.

Ayrı ayrı hepsini köşemizde konuk edelim.


1980 öncesi vatana ihanet suçundan idam cezası aldığı, Turgut Özal döneminde afla Türkiye'ye geri döndüğü iddia edilen, programlarını çocukluk yıllarımdan beri izlediğim Ali Kırca'nın kim olduğunu merak ederek internette bir araştırmaya girdiğimde bu iddiaların hiç birine rastlamadım. Anlayacağınız sansürlenen biyografiler yer alıyor.

ATV ekranlarından tanıdığımız Ali Kırca haber sunucusu, gazeteci, yazar, bir dönem TRT'de çalıştığı ve TRT Washinton temsilciliği yaptığı ve Siyaset Meydanı programının yapımcısı olduğu bilgileri yer alıyor. Ya da bir dönem porno skandalı ile gündeme düştüğü belirten haberlerle karşılaşıyorsunuz. Eski solcu kelimelerine de hakkında yapılan bazı yorumlarda rastlayabilirsiniz.


Fakat kulaktan duyduğum bir bilgi vardı. 1971 yılında 'SOLMAZER DAVASI'ndan ötürü idamı istenmişti. Bunu araştırdığımda bakalım neler ile karşılaşacaktık.

Hasan Cemal'in "Kimse kızmasın, kendimi yazdım" kitabından:

"Devrim dergisi, 'tek parti' rejiminin peşinde, düşlerimizi kovalayan bizler için büyük silahtı. Her haberimiz, her yorumumuz, askeri darbeyi hızlandırmaya dönüktü. 23 Aralık 1969'da çıkan birinci sayfaya bakalım: '69 Deniz Subayı bildirisinin' tam metni: 'Devrimci ölür, Devrim yürür' başlığı ile vermişiz. Sarp Kurayların bildirisi. Ali Kırca da vardı içlerinde; genç bir Deniz Harp Okulu öğrencisi olarak Bildiriyi kaleme alan o. Ali Kırca, 12 Mart sonrası hapse atılır, 83'ler davasında sanık olarak Askeri Mahkeme'de yargılanır. Ali'nin kaleme aldığı, 69 Deniz Subayı bildirisinden iki cümle: 'Mustafa Kemal devri bitmiştir. Ama devrimler bitmemiştir. Korksun emperyalistler, korksun işbirlikçiler, korksun onların zavallı uşakları.'

Hasan Cemal kitabında Ali Kırca'nın o bildiriyi hazırladığında şunları söylediğini de "Meydan boş değildir. Tüfeklerimizdeki mermi, mermilerimizdeki barut, yüreklerimizdeki ateş, yeter sizlere" yazmıştır.

Ali Kırca'nın yaptığı açıklamanın devamında neler vardır bir göz atalım;

"Halkımıza bildiririz! Senden yana olanları bir bir vurmaya başladılar. Önce Vedat'ı öldürdüler. Alacakaranlıkta 'Bağımsız Türkiye' demişti Vedat. Sonra Mehmet'i vurdular. Sonra Taylan'ı. 'Türk halkı ezilmekten kurtulsun' demişti Taylanla Mehmet. Sandılar ki durdururuz ihanet barikatlarıyla bu coşkun seli. Sandılar ki, söndürebilirler salyalarıyla yanan ateşi. Oysa söner miydi bu kızgın ateş? Durur muydu Milli Kurtuluş savaşımız? Bu savaş Mustafa Kemal'in savaşı... Milli Kurtuluş Savaşımızın en büyük dayanağı yiğit halkımızsa onun yumruğu devrimci gençliktir. Onun yumruğu bizleriz... Yüce Türk halkı, senden yana olanları vuranlara, 'Artık yeter, dur' diyoruz ve devrimci şarkımızı bir kere daha birlikte söylüyoruz: 'Ne değişir, isterse kesilsin devrimcilerin başları birer birer. Oysa bir yasadır bu, mümkünü yok! Devrimciler ölür, devrimler sürer.' " deniliyor.

69 subay arasında en şöhretlisi şüphesiz Sarp Kuray'dı. Kuray ordudan atıldı. 14'lerden İrfan Solmazer ile ilişki halindeydi. İrfan Solmazer Sarp Kuray ve tabii Ali Kırca da, 16 Mart 1971'de gerçekleştirilen oto galerisi soygunu dolayısıyla yargılandılar. Oto galerisi soygunu davası önce Türk Ceza Kanunu'nun 146'ncı maddesine göre, idam talebiyle açılmıştı. Daha sonra savcı sanıkların 178'inci maddeden dolayı, çete kurmak suçundan cezalandırılmalarını istedi. 178'inci madde sanıkları, Ecevit tarafından çıkarılan af kapsamına girdiği için, dava düştü.

Her gün televizyonlarımızda gördüğümüz haberleri sunan Ali Kırca'nın geçmişi pek te parlak değil. Darbe teşebbüsü, hırsızlık, soygun, çetecilik gibi suçlardan yargılanan biri bugün Türkiye'de en çok seyredilen kanalların arasında ki bir televizyonda yıllardır haber sunuyor, Siyaset Meydanı adlı bir program yapıyor ve Sabah Gazetesinde yazıyor.

Milletimizde seyretmeye, izlemeye devam ediyor.

Not: Bir sonraki araştırmamız Abdurrahman Dilipak olacak.

 

  

Mithat SAYAR
07-12-2007

****************************************

 

BASINIMIZIN BARONLARI-2

 

İlk yazımızda Ali Kıca'nın fazla bilinmeyen idam konusunu ele almıştık. Bu yazımızda İslamcı olduğunu söyleyen, başörtüsü eylemlerinde önde gördüğümüz, Kudüs, Filistin ile ilgili çalışmalarından tanıdığımız, televizyonlarda ki tartışma programlarının önde gözüken isimlerinden Abdurrahman Dilipak'ı ele alacağız.

Dilipak'a baktığımız vakit judoculuktan ressamlığa, yazarlıktan televizyonculuğa, siyasetten dernekçiliğe pek çok alanda faaliyet gösterdiğini görmekteyiz.

Başörtüsü eylemlerinin baş aktörü olarak karşımıza çıkan Dilipak'ın bir de bilinmeyen bir yönünü yaşanmış bir olayı aktararak yorumlayalım.

24 Nisan 1982'de Almanya Franfurk'ta ki Batı Trakya yürüyüşü yapıldı. Batı Trakyalı Türkleri Avrupa Sorumlusu Rafet Karanlık'ın öncülüğün de yapıldı. Batı Trakya Türkleri Derneği Genel Merkezi ve Türk Federasyonunun ortaklaşa organize ettiği bu yürüyüş Almanya'da ilk Batı Trakya Türkleri yürüyüşü 3000 kişinin katılımıyla olarak tarihe geçti. Bu yürüyüş Türkiye'de büyük intiba yarattı.



Arkasından 10 Haziran 1982'de Bonn'da NATO Devlet başkanları toplantısı vardı. Türkiye'nin o dönem ki Başbakanı Bülent Ulusu'da bu toplantıya katılcaktı. Batı Trakya Genel Merkezi NATO toplantısı dolayısıyla Bonn'da yürüyüş organize edilmesini kararlaştırdı. Ve yürüyüş organizesine Milli Görüş'de destek vereceğini vaat ediyordu. Milli Gazete'de 100.000 kişinin yürüyeceğini ilan ediyordu. O dönemde Almanya'da 10 bin veya 15 bin Batı Trakya Türkü vardı. Yürüyüş güzargahı için izin alınamıyor. Çünkü Almanya'nın Alman Sendikaları Birliği NATO'yu protesto etmek için 500 bin kişinin katıldığı mitingi aynı tarihe denk geliyordu. Anlayacağınız üzere yürüyüş fiyaskoyla sonuçlanıyor. Yürüyüş için 300 kişi toplanıyordu. Cemal Kamacı konuşmacı olarak çağrılmıştı. Cemal Kamacı konuşma yapamıyor. Bu süreç içerisinde bir detay var ki bizlerin gözlerinden kaçmaması gerekiyor. Basına dağıtılmak üzere MGK'da bastırılmış İngilizce Broşürler hazırlanıyor. Almanya Türklere o dönemde vize uyguluyordu. Basın kartı hamili kişilerden vize uygulamasını istemiyordu. MGK'nın bastırdığı İngilizce bu bildiriler Abdurrahman Dilipak tarafından Almanya'ya sokuluyordu. Yürüyüşü organize eden Rafet Karanlık'a teslim ediliyordu. Bu olaylara vakıf, şahit isimleri de ifadelendirmek gerekmektedir. O dönemde Türkiye'nin Dış İşlerinde görevli Eski Büyükelçi Nazmi Akıman, Batı Trakya Türkleri Derneği Eski Genel Başkanı Ahmet Aydınlı, İstanbul Batı Trakya Dergisi Sahibi Süleyman Sefer Cihan olarak sayabiliriz.

Rafet Karanlık'tan dinlediğimiz bu yürüyüşle ilgili gelişmelerde gözümüze çarpan, o dönemde Dilipak'ın devlet ile sıkı ilişkiler içerisinde olduğu gerçeğidir.

Şimdi buradan sormak gerekiyor Dilipak'ın devletle ilişkisi ne durumdadır?

O dönemde Dilipak devlet görevlisi midir?

Dilipak'ın karanlıkta kalan başka ilişkileri de var mıdır?

Dilipak'ın aldığı ödüllere baktığımız vakit "hoşgörü ödülleri" olduğunu görüyoruz.

Ne hoşgörü acaba, anlayan beri gelsin.

Milletimizde seyretmeye, izlemeye, takip etmeye devam ediyor.

Not: Bir sonraki araştırmamız Mehmet Ali Birand

 

  

Mithat SAYAR

10-12-2007

 
********************************************

  BASINIMIZIN BARONLARI- 3
 
 
Ali Kırca, Abdurrahman Dilipak'ın ardından şimdi bir başka televizyoncu, yazarla sizlerleyiz.
Bu yazımızda Kanal D Ana Haber bülteni sunan, 32.Gün programının yapımcısı, sunucusu Mehmet Ali Birand'ı konuk ediyoruz.

"Aman kimseye randevu vermeyin de haftaya tekrar buluşalım" diyerek sıksık haber sunarken "eeee" lerini duyduğumuz Türkçe konuşma özürlü Mehmet Ali Birand'ı tanımaya ne dersiniz?

İlk olarak TRT çalıştığı dönemde sahte faturalarla devleti dolandırmaktan ve sahtekarlıktan yargılandığını belirtelim. Bu suçtan dolayı hüküm giydi. Bu hükümden dolayı cezaevine girdi mi, girmedi mi bilemiyorum. Çünkü verilen hükmün uygulanıp uygulanmadığı ile ilgili bir belgeye rastlamadım. Yalnız 13 Eylül 2002 günü resmen Belçika vatandaşı olduğu gazetelerde yer aldı. (3 Şubat 2003 Aydınlık Gazetesi). Belçika vatandaşlığına geçerek dolandırıcılık ve sahtecilik hükmünü giymiş Mehmet Ali Birand bu hükümden dolayı kurtuldu mu? Her hükümlü başka bir devletin vatandaşlığına geçtiğinde aldığı cezadan muaf mı tutuluyor? Merak konusu soruları hukukçular değerlendireceklerdir.

Devleti dolandırmak, sahte evrak düzenlemek suçundan ceza almış birini evlerimize televizyonlar vasıtasıyla konuk ediyoruz. Milletimizin bu kişiyi ne kadar tanıdığı sorgulanacak bir konudur.

PKK terör örgütünün ele başı, bebek katili APO'yla ilk röportaj yapan gazeteci Mehmet Ali Birand'tır. Bölücülüğü cesaretlendiren bu tutumlar gazetecilik anlayışıyla bağdaşmamalıdır. Ülkemizi bölmek isteyen, askerimizi, polisimizi, öğretmenimizi, doktorumuzu, hemşiremizi, bürokratımızı, masum vatandaşlarımızı, genç yaşlı demeden, bebelerimizi katleden PKK teröristleriyle ve onun ele başıyla röportaj yapmak ve hatta onun çayını içmek hangi akla, hangi mantığa, hangi vicdana, hangi anlayışla izah edilebilir? Bunun izahını yapmaya kalkanlar Türk milletinden elbet mükafatını alacaklardır. Bu mükafat hainlere verilen cezayla aynıdır.

Bir yazıdan alıntı şu sözler "Apo'ya bebek katili demelerine rağmen onunla bir araya gelen, çayını yudumlayan, bölünmüşlüğe çanak tutmaya yarayacak siyasi çözüm formüllerini aktüel bir olay haline getiren gazetecilerden Cengiz Çandar (ki bu şahıs eski militanlardan idi),İsmet İmset ve Mehmet Ali Birand, Güneri Civaoğlu 1993 yılında Türkiye ile PKK arasında elçilik yapmışlardı." üzerine söylenecek fazla kelam olmadığı düşüncesindeyim.Çünkü bizler bunları bu ülkede el üstünde tutuyoruz.

Haber sunarken aziz şehitlerimize "Şehit" diyemeyen bunun yerine "Türk askeri öldü", "ölü" (
http://www.kanald.com.tr/tv/AnaHaber/ linkinden Kanal D 4 Haziran 2007 Tarihli ANAHABER Bültenini izleyebilirsiniz.) kelimelerini kullanan Mehmet Ali Birand'ın dosyası sadece bunlarla sınırlı değil. Türkiye'ye kin kusanları, bölücüleri, etnik tuzakların savunucularını programlarına çıkaran Mehmet Ali Birand daha bundan birkaç ay öncesine Barzani'nin ayağına gidip Irak'tan Barzani'nin küstahlıklarını röportajında yayınladı. Konuk aldığı Barzani'nin Türkiye'ye meydan okuyuşunu ekranlara getirdi.

Türkçe'den daha güzel kullandığı Fransızca'sını unutmamak gerekir. Belçikalı Birand'a da bu yakışır. Türkiye'de güzel noktalara geleceksin, bu ülkenin toprağından, suyundan, nimetlerinden faydalanacaksın Türkiye alehtarı işlerde başroller de oynayacaksın. 9.Ağır Ceza Mahkemesi'nde "Örgüt propagandası yapmak, örgüt üyesi olmak" dan yargılanmaya devam eden Mehmet Ali Birand mahkemelere katılmıyor.

Kimlerle birlikte aynı davanda yargılanıyor dersiniz?

Cevabını verelim, Demokratik Toplum Partisi (DTP) milletvekilleri Aysel Tuğluk ve Ayla Akat Ata, terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla birlikte yargılanıyor.

Yazdığı yazılar, sunduğu haber ve televizyon programlarıyla Amerikancı, AB'ci tutumlarını açık ve net gördüğümüz Mehmet Ali Birand kime hizmet etmektedir?

Soros ile bağlantısı var mıdır?

Soros'tan maaş alan gazeteciler arasında mıdır?

Her akşam evlerimize Kanal D Ana Haber'de, 32.Gün adlı programla, CNN Türk'te Manşet adlı programla ve Posta Gazetesi'yle de evlerimize, işyerlerimize konuk ettiğimiz, baş tacı yaptığımız bir gazetecinin portresidir yazdıklarımız. Acaba başka bir ülke var mıdır, kendine kötülük edenleri baş tacı yaptığı?

İzlemeye, okumaya devam edin.

Not: Bir sonraki araştırmamız Ertuğrul Özkök olacak.


 
  
Mithat SAYAR
11-12-2007
 
***********************************************************

BASINIMIZIN BARONLARI- 4

 

Yazı dizimizin bu bölümünde Hürriyet Gazetesi Genel Umum Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ü ele alacağız. Kendi deyimiyle iyi şarap parası alacak kadar parası yokken birden bire en lüks otomobillere, en lüks eve, yazlığa ve en kral şarap mahsenlerine sahip olan bir yerlerden aldığı talimatlarla gazete yöneten umum yönetmeni kendi kalemimizden çok çalışma arkadaşı Emin Çölaşan'ın kalemin okuyacaksınız.

Bunun öncesinde umum yönetmeni PKK'lı kadın teröristleri "Gitarcı Kızlar" diyerek manşete taşıdığını, POAŞ ihalesi uğruna hükümetin yanlışlarını görmezden geldiğini, gazetesindeki yazarlara baskı yaptığını, köşesinden muhalefete açık açık savaş açtığını, bürokrat, bakan ve milletvekilleriyle telefon görüşmelerini kayıt ettiğini belirtmek gerekiyor.

İşte o kayıtlardan ;

22.10.1998 GÜNEŞ TANER-ERTUĞRUL ÖZKÖK
Telefon Kayıları Medyaya düşmüştü. Bu telefon görüşmesinde neler vardı, bir göz atalım.


Özkök: Sen şey de mi, şeyden mi dinliyorsun beni açıktan mı?
Taner: Hı, tabii alayım. Ha şimdi söyle.
Özkök: Ya şimdi Güneş biz biliyorsun bir tane karton fabrikası
kuruyoruz Kocaeli'nde, ondan sonra ee..size bir teşvik başvurumuz var.
Taner: Tamam.
Özkök: 50 milyon dolara kadar teşvik veriyorsunuz, şey pardon 50
milyon dolar en az olacak. Bizimki 130 milyon dolarlık falan bir teşvik...
Taner: Eee, veririz.
Özkök: Senin masanda duruyormuş bu.
Taner: Yoo, daha bana gelmedi.
Özkök: Gelmiş sana, öyle dediler bana.
Taner: Dur bakayım bana gelmedi ama şimdi sordururuz söyle bakim
isim ver.
Özkök: Meyta.
Taner: Meyta mı?
Özkök: Meyta galiba, evet Meyta mı Meyfa mı öyle bir şey karton
fabrikası.
Taner: Bana teşvik uygulama genel müdürünü bağlar mısın? Ha sen
söyle bana ben öbür. telefonla istettim.
Özkök: Bir sor bakalım bir öğren yahu?
Taner: Ben şimdi öğreneyim de ne olduğunu durumun.
Taner: Dur bir dakka... Alo ya bir şey sorucam sana, bu şeyle ilgili bir
teşvik bizde bekliyor mu? Meyta diye karton fabrikası... Korkmaz Yiğit
mi, hayır Milliyet grubunun değil ya, bu şeyin Meyta da bu şeyin Aydın
Doğan'ın tamam...
Taner: Bu nedir tık tık sesleri benim söylediklerimi teybe mi
kaydediyorsun?
Özkök: Bu benim şey ya şey telefonla konuşuyorum ben hayatımda hiç
kimseyi banda almadım kimseye yapmadım, sana mı yapacağım. Afitap
bak bakan şüpheleniyor banda alıyorum diye. Herkes kasete aldığı için
bunu başka telefona aktarabilir misin...

Taner: Dışarıda eğer sıkıntımız olmasa ben içeride şeyi temizleyeceğim.
Yani benim sıkıntım dışarıdan kaynaklanıyor. Dışarıdan alamadığım için
şey yapıyorum. Bir tarafta onlar, bir tarafta seçim, bir tarafta şey Türk
Ticaret Bankası, nedir ulan bu başımıza gelenler.
Özkök: Hakikaten ya bu Türk Ticaret Bankası olayı... Bu gazete.. yine
biz şey yapıyor bir tarafa.
Taner: Hı...
Özkök: Yazıyoruz abicim.
Taner: Yazmanız lazım çünkü yarın siz de çok zor durumda kalırsınız ya.
Özkök: Evet.
Taner: Mehmet Emin'le görüşmüş seninki.
Özkök: Evet görüştü, görüştü.
Taner: Ondan sonra tekrar görüşecekler herhalde.
Özkök: Onun havası ne?
Taner: Ben şey yaptım ona dedim ki yahu yap bu işi...
....
Özkök: Doğru, doğru. Peki yahu Güneş, verin artık bunu satış falan
verin bunu ya.
Taner: Ya vericez de şimdi devletin yani şimdi.
Özkök: Abi, devlet ilk defa mı kağıt verecek Allah aşkına yapmayın bu
yahu.
Taner: Ya mesele o değil, bütün mesele şimdi sorumluluk meselesi var.
Kimin ne sorumluluğu, şimdi bunun içersinde bunun ne kadarı bana ait,
ne kadarı başbakanın sorumluluğunda belli değil ki. Yani şimdi ben
kalkıp da emniyetin çok gizli diye Merkez Bankası'na yazdığı ve
Merkez Bankası Başkanı'nın bana göstermediği dokümanı ben nasıl
vereyim ki.
Özkök: Ne olacak abicim, sen kendini koruyacaksın ya...
Taner: Hayır, ne olacak değil, yani yahu tamam ben kendimi
koruyacağım ama bir de devletin şeyi var yahu çalışma yöntemi var,
boku var, püsürü var ya.
Taner: Şimdi biz biliyoruz ki, herkes biliyor ki böyle bir yazı yazılmış ve
bu yazıdan bizim haberimiz yok. Benim bu yazıdan dün haberim oldu.
Özkök: Ben seni orada yazıyım mı peki bunu.
Taner: Yazma. Yani bir numara çekme, çünkü olduğu takdirde bir sürü
şeyin içersine şey olur yani habercilik açısından senin işine yarar da
benim işime yaramaz.Taner : Yani bunu alacağın yer Başbakan. Senin
başbakanı yakalayıp, alman lazım. Gelsene Ankara'ya.
Özkök: Bugün mü? Abi dün oradaydım ben.
Taner: Niye haber vermedin, ben akşam Zafer'i başbakana götürdüm.
Geldiğin zaman beni niye aramıyorsun. Ben sana dedim ya sen beni boş
veriyorsun diye. Oğlum bak biz bu işlere katılmadık ha korkma benden.
Özkök: Yahu ne korkucam senden bırak Allah aşkına yahu. Benim
başka işim vardı dün akşam.
Taner: Bilmiyorum tabii, ne işin vardı ama?
Özkök: Hı hı..tahmin ettiğin işim vardı.
....
Taner: Söyleyemem oğlum söyleyemem yapamam. Yani biliyorsun ne
onunkini sana ne de seninkini ona söyleyemem onun için gel buraya,
kendin başbakana gel.
Özkök: Telefonlara bile çıkmıyor artık adam.
Taner: Kim?
Özkök: Mesut.
Taner: İşte böyle zamanda arayı şey yap.
Özkök: Arayı ne yapalım ben kardeşim çıkmıyor bile telefonuma yahu...
Taner: Sen de telefonla uzaktan idare etmeye çalışıyorsun.
Özkök: Bugün onun ağzından manşet yaptım, daha ne yapayım.
....
Taner: Yani senin buradaki Sedat'ın yapacağı işler değil bunlar.
Özkök: Ben yarın Paris'e gidiyorum.
Taner: Vay adi herif vay...
Özkök: Yok abicim senin başbakanın bana etmediği hakareti
bırakmadı.
Taner: Benim başbakanım oldu şimdi.
Özkök: Ulan yine ben koruyorum, hâlâ da ben koruyorum. Röportaj
gibi gideceksin ana avrat iyice bir kavga edeceksin ondan sonra tekrar
iyi adam olacaksın.
Taner: Ankara'da her şey önemli bugünler bu saatlerde.
Özkök: Ben bunu kafaya yedikten sonra hiçbir şeyi yok. İftira atıyor,
bana kalleş diyor. Atsın ne yapalım. Biz de öğrendik artık kavga ederiz
onunla bir güzelcene ondan sonra barışırız biz de iyi adam oluruz ondan
sonra bizi de şey yaparlar.
Taner: Sizin aranızdaki ilişkiye karışmam.
Özkök: Öyle işte karışmazsın ya.
Taner: Şarapları sana verirken bana mı verdi şarapları getirdi.
....
Taner: Valla ipucu falan veremem. Gel diyorum sana sen dinle beni, atla
uçağa gel ne işin var?
Özkök: Yarın sabah 8 uçağıyla şeye gidiyorum Paris'e. Rahmi Bey'in
davetlisi olarak gidicem.
Taner: Ulan çok mu önemli Rahmi Koç'un davetlisi olmak?
Özkök: Önemli abicim önemli.
L. Yeralan: Efendim yüzde 70 iyi haberlerim var. Oturduk pazarlıkları
bitirdik. Dedim kardeşim bu işleri bitirin sağ olsunlar Murat, Ahmet Abi
ve İsa olabilir şekilde bitirdiler. Dedim ondan sonra kavgayı bize bırakın
kardeşim siz üzerinizden atın topu yoksa dedim bakın siz de mesul
durumda olacaksınız. Sonuçta hepsinin belgesini bugün tamamladık
yalnız Susa'nın bir eksiği çıktı. Fuat'tan geç dönmüştü onu giderdik.
Posta'da maalesef otomobilleri veriyorlar, motorları da vermiyorlar
dedim el insaf, uzun tartışmalardan sonra bu üçlüye ve uzman dörtlüsüne
motorları kabul ettirdim. Kamyonlarda indirime gidildi. yani tahammül
edilebilir sınırlarda şube müdüründen, uzmandan daire başkanından
onaylanmış vaziyette bütün dosyaları Fuat'tan indirdim. Düşünebiliyor
musunuz ayın 31'inde önüne koyduğumuz Hürriyet'in belgelerini bile
adam hâlâ imzalamadı. Şu anda Sabah'ın dosyalarına geçtiler bir odada
bütün medya dosyaları denetçilerin kontrolünden geçiyor. İkide bir de
meclis araştırma komisyonuna hesap veriyorlar bu sirkülasyon içinde
haklılar korkuyorlar falan derken bu ana kadar geldik. A bir de şey var.
Bu Hürriyet'in bir belgesi var ya 8 küsur trilyonluk o belgede biz
Güneşli dışında Hadımköy'de yapıyoruz değil mi onu? Büyük ihtimalle
bu dosya Fuat'tan geri dönebilir biliyorsunuz bu dosyalarda alt yapı
bağlantısı arıyorlar ya ben kesinlikle İsa'ya şunu söyledim alt yapı
bağlantısı yok kardeşim bu dedim tamamen Hürriyet'in yeni bir arazide
yapacağı yatırımdır. Bakalım ne olacak?
BİRKAÇ GÜN SONRA...


Yine Özkök'ün farklı bir telefon görüşmesi;

S. Ergin: Yüce Divan'a gitmesine gerek yoktu diye 12'ye 2. DSP de
şeye katılmış maalesef.
E. Özkök: Oh oh.
S. Ergin: Şimdi öbür tur oluyor, şimdi öbürü oylanıyor.
E. Özkök: Bi de Mesut'u gönderiyorlar mı sen gör o zaman.
S. Ergin: Peki niye o zaman bu kadar yıl Tansu Çiller'in mal varlığını şey
yaptık yani anlamadım.
E. Özkök: Dün dündür bugün bugün.
S. Ergin: Biraz fazla yormuşuz kendimizi gereksiz açıkçası.
E. Özkök: Boş ver boş ver.
S. Ergin: Of...tamam haydi eyvallah.

Belki de bu telefon kayıtları gibi basına yansımayan onlarcası vardır. Bilinen veya bilinmeyen ilişkiler silsilesinde ne dolaplar dönmektedir merak konusudur.

Şimdi Emin Çölaşan'ın "Kovulduk Ey Halkım, Unutma Bizi" adlı kitabından Ertuğrul Özkök'ün anlatıldığı bölümleri sunalım. Ertuğrul Özkök, bakın yazarlara ve çalışanlara neler söylüyor.

"" Keyfimize bakalım. Paramız iyi, maaşımız iyi. Rahatımız yerinde. Niye kendimizi sıkıntıya sokalım. Frenli gidersek ; hükümeti eleştirmezsek hiç sorun kalmaz. "

"Hürriyet'i yönetmek Türkiye'yi yönetmekten çok daha zordur. Bu işin başında bugün ben varım. Ben aslında burada gazetecilik yapmıyorum, canbazlık yapıyorum. Benim zamanımın ancak %20'si gazetecilikle geçiyor.%80'i canbazlıkla geçiyor."

"Beyler hiç merak etmeyin. Biz bu iktidarla el veya geç papaz olacağız. Şimdi erken zamanı gelecek. Biz onlara dünyayı dar edeceğiz, kimse merak etmesin.
İnsanlar gazetelerde muhalefet görmek istemiyor. Bakın Sabah gazetesi hiç muhalefet yapmadığı halde tiraj alıyor. Demek ki millet muhalafet yapılmasını istemiyor.
Beyler; şunu iyi bilin. Dünyanın hiç bir ülkesinde gazetenin yayın politikasına aykırı yazılar gazetede yeralmaz.

"Zaman gazetesinin dağıtımını biz yapıyoruz. Hergün 500.000 gazetenin dağıtım parasını alıyoruz. Herifleri ürkütüp kaçırırsak Sabah'ın dağıtım şirketi ile anlaşırlar, çok büyük para kaybederiz."

(Hürriyet'in Ankara bürosu çalışanlarına yaptığı konuşma)

Arkadaşlar; Eylül ayından itibaren yeni bir gazetecilik anlayışını başlatıyoruz.
Millet artık siyasetten bıktı. Siyaset, terör v.s . gibi haberler gazeteye artık en az biçimde girecek. Magazin ve renkli yaşam ağırlıklı olacağız.Hepiniz ona göre davranacaksınız.
Patronla arayı iyi tut. O da sana her olanağı fazlası ile sağlasın.
Haftada bir kaç defa arayıp , hatırını sorsan küçülür müsün? Bak yılbaşı geliyor; bakarsın iyi bir prim verir.
Rahatımıza bakalım şu dünyada be; bize ne yolsuzluktan, siyasetten. Millet bıkmış artık bunlardan, bunları okumak istemiyor.

Dünyanın her yerinde patronlar gazetenin mutlak hakimidir. Gazete onun istediği çizgide çıkar.
Bir yazar patronun çizgisi dışında yazı yazamaz. Dikkatli olmakta fayda var.
Türkiye'de konu mu yok...arada bir de başka şeyler yaz. Kuş gribi yaz, CHP yaz, başka bir şey yaz...

(Ertuğrul Özkök'ün Sheraton'daki yemekte Bekir Çoşkun'a söyledikleri)

Tayyip'in üzerine gitmeyin. Eşini ve çocuklarını yazı konusu yapmayın; onu rahat bırakın.
Biz laiklik konusunda ödün vermeyiz ama ekonominin gidişine dokundurmam. Biz o dengeyi kurarız.
Beyler; basında artık magazincilik geçerli. Halk magazin istiyor. Bundan sonra Hürriyet böyle olacak. Bir Kelebek eki çıkardık, satışımız elli bin arttı.
Benim yaptığım işi iyi bilin. Ben burada gazetecilik değil, jonglörlük yapıyorum. Elimdeki beş topu yere düşürmeden havaya atıp tutuyorum.
Doğan Medya grubunun bütün kuruluşları şu anda iyi gidiyor. Fakat hükümet isterse en sağlam kuruluşları, en sağlam bankaları bile bir günde batırır.
Müfettiş gönderir, maliyeci gönderir. Nasıl olsa bir eksik veya yanlış bulur.
Geçenlerde Doğu Perinçek'in dergisinden alıntı yaptın. Ben o yazıyı önceden okusaydım, koymazdım. Ne yazık ki okumamıştım. Kendisinden hoşlanmayız.
Bak arkadaş, hükümetin POAŞ'ta üzerimize nasıl geldiğini görüyorsun. Biz de önlem almak zorundayız.
Aydın Bey'in sana çok selamı ve çok önemli bir ricası var. Şimdi sana onları aynen aktaracağım ve karar vermeni isteyeceğim :

1) Başbakan, Maliye Bakanı ve hükümet hakkında yazı yazma. Bizim bunlarla işimiz var.

2) İstersen uzun süreli izne çık ve bir süre yazma.

3) İstersen gazeteden tümü ile ayrıl, bu takdirde Aydın Bey sana yüklü bir para verecek.
Patron diyor ki; "Emin'e istediği her türlü olanağı sağlayalım, gelecek kaygısı olmasın"
Bunlar (hükümet) bizi batıracak tahkikat komisyonları kurdular, üzerimize geliyorlar. POAŞ olayında korkunç para cezaları var. Dava açsak bile parayı yatırmamız lazım.
O yüzden yayın politikasını biraz daha yumuşatmamız gerekiyor.
Öbür yanda Sabah'ı koruyorlar. Akşam grubuna bir sürü kıyak yapıyorlar.
Arkadaş; ben Aydın Bey dönemine kadar parasız biriydim. İyi bir şarap alacak param bile yoktu.
Aydın Bey bizi ihya etmedi mi? Refaha kavuşturmadı mı? Bizi bu AKP döneminde çok sıkıyorlar. Lütfen biraz yardımcı olun.
Tayyip Cumhurbaşkanı, Abdullah Başbakan olacak. O daha ılımlı bir adam. Köprüyü geçene kadar ......... Abdullah üzerimize bu kadar gelmez. Şimdi Tayyip bizi batırmaya çalışıyor.
Başımıza bir de promosyon belası çıktı, haftada bir trilyon zarar ediyoruz.
Bak hepimiz refah içerisinde yaşıyoruz. Rahat edelim, keyfimize bakalım. Sana İstanbul'dan çok güzel şaraplar göndereyim. Sen vodka seversin, çok güzel vodkalar göndereyim.
Yazılarında patronu biraz öv. Bu POAŞ olayında anamızı .........
Ama Turgay Ciner'in; Mehmet Emin Karamehmet'in marifetlerini hiç görmediler.
İ. Melih yazma. Mehmed Ali Birand'ın dolandırıcılığını yazma. Mehmet Barlas'a liboş deme.
Medyayı eleştirme. Medyanın yarısı biziz. Yazılan her şey bize yöneliyor.
Yarın çıkacak yazında Ergun Poyraz'ın gözaltına alındığını yazmışsın.
Kim bu herif ya. Başbakana, Abdullah Gül'e saldıran kitaplar yazdı.
Ayıp değil mi...
Birisi bunları bizim için yazsa hoşumuza gider mi...
Aydın Bey artık seninle çalışmak istemiyor.
Diyor ki ;
"Beni patron olarak takmıyor ve tanımıyor. Beni dışarıya karşı zor durumda bırakıyor. Ben AB'den yanayım. Emin AB'den yana olanlara hain diyor. Beni de hain yapıyor. Ben özelleştirmeden yanayım. Emin karşı çıkıyor. Emin takım oyununun dışında kaldı. "
Patron artık seninle çalışmayacak. Bu kesin karardır. Bu zor görevi sana bildirmeyi ben üstlendim. Karım dün gece bana; "bunu Emin'e nasıl söyleyeceksin" dedi ama çarem yok.
İnan ki dün gece bir şişe şarap içip yattım.
Patron bana da sık sık küser ama ben aldırış etmem. Esnek davranacaksın böyle konularda.
Bir seferinde bana iki ay küstü. Bazen kovmaya kalkıştı. Hatta benim yerime Seçkin Türesay'ı, Güneri Cıvaoğlu'nu getirme kararı aldı.
Ama ben hep esnek davrandım, gönlünü almayı bildim ve işi bitirdim.
Cumhuriyet mitinglerinde, POAŞ olayında patrona ve bizim Doğan Grubu'na ana avrat sövüldü.
Bir tek satır yazıp patronu savunmadın.
Dünyanın artık hiç bir büyük medya grubu sadece yayıncılıktan para kazanmıyor. Hepsinin yan işleri var. Bizim de var.
Dünyanın artık hiç bir büyük medya grubu sadece yayıncılıktan para kazanmıyor. Hepsinin yan işleri var. Bizim de var."

Türk Medyasının kimlerin elinde olduğu, kimlere hizmet ettiği ortadadır.

Kendi çıkarları doğrultusunda PKK'lı teröristleri şirin gösterirler, hükümetin yanında yer alırlar, hükümet istediklerini vermiyorsa yerden yere vururlar, gerekirse kendi yazarlarını tehdit ederler, birilerinin talimatıyla kovarlar, işten atarlar. Muhalefete bir satır bile yer vermezler, görmezden gelirler. Hatta yaptıkları açıklamaları çarpıtarak kamu oyununu yönlendirirler. Her devrin uşağıdırlar.



Hürriyet Umum Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün görevi cambazlık, jonglörlük (her ne ne kadar hokkabazlıkla tanımlanıp çok yanlış bir bakış açısıyla maymunluk,soytarılık sıfatlarına layık görülebilsede maksimum konsantre gerektiren bir iştir yada uğraşıdır jonglorlük...oysaki elalemin soytarısı yada maymun olmak konsantre gerektirmeyen çok daha kolay vaziyetlerdendir...), patronunu öven yazılar yazmak gibi gazetecilik dışında ne ararsınız yaptığının itirafıdır, söyledikleri.

Okumaya devam edin.

Kaynak : Kovulduk Ey Halkım, Unutma Bizi - Emin Çölaşan - Bilgi Yayınları

Dördüncü Kuvvet 
Mithat SAYAR

16-12-2007
---------------------------------------------------------

Butto öldü

 

 

Pakistan'da, Ravalpindi kentinde yapılan mitingte düzenlenen intihar saldırısı sırasında ağır yaralanan Benazir Butto'nun, ameliyata alandığı ancak hayatını kaybettiği bildirildi.

Benazir Butto kimdir


21 Haziran 1953 yılında Karaçi, Pakistan'da doğdu.


Harvard ve Oxford üniversitelerinde eğitim gördü. Harvard Üniversitesi'ni Hindistan'ın Doğu Pakistan'a asker gönderdiği ve babasının Batı Pakistan savunma bakanı olarak Birleşmiş Milletler'de temaslar kurmak üzere New York'a gitmek zorunda kaldığı 1971 yılında bıraktı.


Oxford Üniversitesi'ni bitirdikten sonra Pakistan'a geri döndü. Babasının tutuklanıp idam edilmesinden sonra ev hapsinde kaldı. 1984 yılında yurt dışına çıkmasına izin verilmesiyle, Büyük Britanya'ya taşındı ve orada sürgünde babasının partisinin liderliğini yaptı. 1987 yılında çimento fabrikatörü Asif Ali Zardari ile evlendi.


Askeri cuntanın şefi Ziya Ül Hak'ın 1988'de ölümünden sonra Pakistan'da 1977 yılından beri ilk kez serbest seçimler yapıldı. 19 Kasım 1988 tarihindeki bu seçimleri kazanan Butto, ilk kez bir müslüman ülkenin kadın başbakanı oldu. 2 Aralık'ta başbakan olarak göreve başladı. Yoğun yolsuzluk suçlamaları altında kalan hükümet 20 ay kadar sonra, askeri güçlerin desteğindeki devlet başkanı Gulam İshak Han tarafından, yeni seçimlere gidileceği gerekçesiyle devrildi. Ancak Butto aleyhindeki suçlamalar yargıya yansımadı. Yeni hükümeti Navaz Şerif kurdu. 1993 yılında Butto yeniden seçildiyse de, 3 yıl sonra hükümet yine yolsuzluk suçlamaları altında, devlet başkanı Faruk Leghari tarafından düşürüldü. Yüksek mahkeme de devlet başkanının kararını onayladı. Ancak Butto ve eşi Zardari hakkındaki suçlamaların doğruluğu kesinleşmedi.


Butto'ya yönelik eleştirilerin başlıca kaynağı Butto'nun ulusal reformları sonucu politik güçlerini yitirmeye başlayan Pencap bölgesindeki zengin toprak sahipleri ve bu bölgenin seçkinleriydi. Butto eski feodal yapıya karşı mücadele etti ve bu yapıyı Pakistan'ın stabilizasyonu önündeki engel olarak niteledi.


1999 yılında, Pervez Müşerref'in liderliğinde gerçekleşen askeri darbe sonrasında Pakistan'ı terk etmek zorunda kaldı. Birleşik Arap Emirlikleri'nin Dubai kentine yerleşti.


2002 yılında Pervez Müşerref pratikte Butto'yu hedef alarak başbakanların en fazla iki dönem görev yapabilecekleri yolunda bir anayasa değişikliği yaptı.

2007 yılında Butto'nun yeniden başbakan olma olasılığı doğdu. Ocak 2008'de yapılacak olan başbakanlık seçimlerine katılma olasılığı doğan Butto hakkında açılan davaların o zamana kadar sonuçlanması bekleniyor.

Seçim çalışmalarına katılmak üzere Pakistan'a dönüş kararı alan Butto'ya karşı, El Kaide örgütünün saldırı tehdidinde bulunması üzerine, Müşerref, Butto'nun dönüşünü ertelemesini ve yüksek mahkemenin kendisiyle ilgili af istemine ilişkin kararını beklemesini istedi. Bu isteğe uymayan Benazir Butto, 18 Ekim 2007 gecesi, 8 yıllık sürgünden sonra Pakistan'a geri döndü. Ancak yandaşlarının sevgi gösterileriyle karşılanan Butto aynı gün bombalı bir suikast girişimine hedef oldu. Karaçi kenti yakınlarında gerçekleşen ve Benazir Butto'nun yara almadan kurtulduğu bu saldırıda 138 kişi yaşamını yitirdi, 248 kişi de yaralandı.

 

 

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol