777 Numaralı Biletle 666´ya Gitmek ve 22 Temmuz Seçim Sonuçları
R.Kaan Kurt Ortadoğu Gazetesi – 04/09/2007
Türkiye'nin tarihinde yapılan ilk genel seçim 1877'de gerçekleştirilmiştir.
Osmanlı Türkiyesi'nin en önemli seçimi 1908 iken, Cumhuriyet Türkiyesi'nde gerçekleşen en önemli seçimde 22 Temmuz 2007'de gerçekleştirilendir.
22 Temmuz 2007 seçim sonuçları ile 1908 seçimi sonuçları arasında benzerlikler vardır. Ancak bu çalışmanın asıl konusu bu değildir diyerek bir hususu hatırlatmakla yetineceğiz. 1908 seçim sonuçları Osmanlı Türkiyesi'nin parçalanma sürecini hızlandırmıştır.
22 Temmuz sandık sonuçlarını iki şekilde algılamak mümkündür.
1- Türk milleti, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumun kritik olmadığını ve olan sıkıntıları da aşacak güçte olduğunun mesajını verdi.
2- Milletimiz, Ülkemizin içinde bulunduğu vahim durumun farkında değil, karşı karşıya olduğumuz tehlikelerin karmaşıklığından durumu algılayamadı ve mevcut tablo ortaya çıktı.
Milleti suçlamak kolaycılıktır. Çözüm de değildir.
Ancak seçim öncesinden başlayan basındaki manipülatif yönlendirme, borsaya akan Batı kaynaklı sıcak paranın AKP'ye destek için olduğu da bir gerçek.
1946-1958 yılları arasında Fransa'da yüzer gezer oyların yüzde 47'ye çıkması siyasi istikrarsızlık olarak algılanmıştı. Neticede Fransa da 1958'de 5'inci Cumhuriyet devri başlamıştı. Fransa da bizim gibi kurtuluş için çok sık Anayasa yapmakla mahirdir. ABD Anayasası seçimle gelmişlerin yaptığı bir Anayasa olmamasına karşılık hala ayaktadır. Fransız Anayasalarını ise seçimle gelen parlamento düzenlemiştir. Meramımı siz sevgili okuyucular çoktan anladınız…
Türkiye'de de benzer bir yapı ortaya çıkmış, 1987 yılından bu yana Türk seçmeninin sürekli farklı partilere yönelmesi gerçekte siyasal bilinç fukaralığı ve kimlik bunalımı olarak değerlendirilebilir.
Türkiye'yi ekonomik ve siyasi olarak dönüştürmek için 24 Ocak 1980'de uygulamaya konulan dış merkezli projenin en somut, projenin sahiplerinin beklentilerine cevap veren seçim sonuçları 22 Temmuz 2007'de tecelli etmiştir. Türkiye 1980-2006 sonu arasında 1.8 trilyon dolardan fazla kaynak sağladı. Bunun 1.2 trilyon dolardan fazlası iç ve dış borçlanma yoluyla elde edildi. ATO'nun araştırmasına göre son 25 yılda 434 milyar dolar faiz ödedik.
Bu sürede ödediğimiz iç borç faizi dış borç faizinin yaklaşık beş katı. Cumhuriyet Türkiyesi'nin iç borç faizi ödediği gerçek ve tüzel kişilerin sayısı nüfusumuzun binde birinden daha az bir azınlığın azınlığı bir kesim.
Türkiye son 27 yılda 90-100 milyar dolar arasında bir yatırım gerçekleştirirken haftalık bir milyar dolar, aylık dört milyar dolar, yıllık bazda 52 milyar dolar faiz öder duruma geldi.
Aslında AKP'ye yüzde 47'yi kazandıran süreç DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar'ın "Düz ovada da siyaset" sözü ile başlatılmış, ANAP ve DYP'nin DP çatısı altında birleşmesinin akamete uğradığının ilan edilmesiyle "altın vuruş" şeklinde noktalanmıştır.
Uzan'ın GP'nin seçimde uğradığı bozgunda dikkate alındığında DYP, ANAP, GP cenahından AKP'ye giden oy oranı yüzde 15 dolayındadır.
AKP gerçeği ve 22 Temmuz sonuçlarında 12 Eylül 1980 ihtilalının, 28 Şubat 1997 post modern darbesinin ve 27 Nisan e-bildirisinin ciddi payı vardır. Bunların "haklı sebeplere" dayanması başka bir çalışmanın konusudur.
Fakat bir tespiti de yapmalıyız. 12 Mart ve 12 Eylül Sol Milliyetçileri ve Ülkücüleri darağacına gönderirken, her ne hikmetse, hiçbir dönemde Siyasal İslamcı kadrolar üzerinden "darbeci generallerin tankları" geçmedi. Türkiye'de gerçekleştirilen askeri darbelerin soldan veya sağdan milli olmak gibi bir muhtevası da yoktur, dayanağı da yoktur… Siz hala Hayrunisa Hanımefendinin başörtüsünü tartışın.
28 Şubat generalleri değil miydi Türk Milliyetçiliğini Milli Güvenlik Siyaset Belgesine "tehdit unsuru" olarak koyanlar.
28 Şubat'tan akılda kalan "Fadime'nin aşkı" ile Çevik Bir'in Sincan da yürüttüğü tanklardır. Bir de AKP gerçeği. Bugün Çevik Bir ve Batı Çalışma Grubu'nun Koramirali Turhan Özer kimlerle birliktedir? Bir yandan İsrail ve ABD ile Türkiye'yi Pentagon'un şubesine çeviren anlaşmalar yapacaksın, başörtüsünü bahane ederek Müslüman Türk milleti ile Peygamber Ocağı Türk ordusunu karşı karşıya getireceksin, Rahmetli Atatürk'ün Genelkurmay Başkanlığı ile aynı zamanda kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı'nın anlam ve önemini anlayamayacaksın…
Sonra da Türk insanına "Gel Cumhuriyet Türkiyesi'ni kurtar" diyeceksin… Bu Gazi'nin ruhu ve Türk milletiyle alay etmektir.
28 Şubatta başörtüsü bahane edilerek Türk milleti ile Türk ordusunun arası açılmıştır. Benzer oyun İran'da da sergilenmiş sonra da Saddam'la İran 10 yıl savaştırılmıştı.
Türkiye 12 Eylül 1980 ihtilali ile birlikte depolitizasyon ve kültürsüzleştirme, kimliksizleştirme sürecine sokulmuştur.
24 Ocak 1980, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve adeta zorla çıkartılan Şubat 2001 Ekonomik Krizi Türkiye'yi ekonomik ve siyasi dönüştürmenin kilometre taşlarıdır.
Vahşi kapitalizm uygulamaları Türk insanını hem kendi taşrasına hapsetmiş hem de alabildiğine bencilleştirmiştir. Sonuçta insanımızın direncini artıracak karşı psikolojik harp metotları da devreye sokulmadığı, tam tersine milletimizin açıkça manipülasyona tabi tutulduğu bir ortam yaratılarak 22 Temmuz'da sandığı giden profilde insan örneği ortaya çıkmıştır.
İnsanımız okumamakta, ya dini cemaat ve masonik mağfiiller de söylenenleri dinlemekte ya da televizyonlardaki absürt dizilerle melankolik, köşe dönücü tipleri seyretmekle yetinmektedir.
24 Ocak 1980'den beri kırsal kesimin geleneklerine bağlı mütevazı insanı varoşlara taşınmak zorunda kalmış, gelenekleri ile şehrin varoşlarındaki en süfli popüler kültür kalıpları arasında debelenip durmaktadır.
75 milyonluk nüfusunun 26 milyonu yoksulluk ve açlık sınırındaki bir ülkenin 22 Temmuz 2007 seçim sonuçlarını analiz etmeye çalışıyoruz.
"Türkiye'de dünya sınıflamasına girebilmiş 26 dolar milyarderimiz ve yine nüfusumuza oranı ile dünya rekorlar listesine girmemize yol açan 26 milyon açlık sınırı altında yaşayan vatandaşımız var" (Yiğit Bulut, Vatan Gazetesi, 26 Ağustos 2007)
AKP iktidara geldiğinde dolar milyarderimizin sayısı 6 idi. Beş yılda 20 yeni dolar milyarderi ortaya çıktı. Dolar milyarderi sayısında Japonya (24), Fransa, İtalya ve Brezilyadan daha fazlasına sahibiz. 26 Dolar milyarderimizin toplam serveti 40 milyar dolar. Türkiye'nin 2006 sonunda milli geliri 400 milyar dolar.
Sonuçta 24 Ocak 1980 kararlarından ancak hassaten son beş yıldır uygulanan "mucize ekonomisi" 26 milyon Türk insanını açlık sınırına getirdi. Buna mukabil Türk milletinin sırtından senede 50 milyar dolardan fazla rant sağlayan "yerli" ve yabancı bir avuç rantiyeci.
Türkiye 5 yıllık hazine bonolarına, yani sıfır riski olan devlet kağıtlarına yüzde 19 faiz vererek alıcı bulabiliyor. Pakistan ise aynı türden bonolara yüzde 6 faiz ödüyor.
Özel sektörümüz son dört yılda 100 milyar dolar daha dış borç aldı. Bu paralara yüzde 3 faiz ödüyorlar. Bu paralarla yatırım mı yaptılar? Hayır. Sadece hazine bonoları satın alarak paradan para kazanıyorlar.
Dört yıl önce necip Türk milletinin kredi kartı ve ferdi kredi borç toplamı 3 milyar dolar civarındaydı. Bugün 72 milyar dolar.
Dolar aşağı giderse de, 1.800'ü aşarsa da bu sefer Gazi ve arkadaşlarının kurduğu şeref ve haysiyetimiz Cumhuriyet de göçecek, Türk milleti de, özel sektörümüz de.
Bankacılığımızın yüzde 42'si sigorta sektörümüzün yüzde 70'i yabancıların eline geçtiği, üretim tesisleri de birer düşen kale gibi tek tek yabancıların eline geçiyor. Şunu da ilave edelim son beş yılda ortaya çıkan 20 dolar milyarderimizin serveti üretim ve satışlardan değil, para oyunlarından.
İşte 22 Temmuzda Türk milletinin yüzde 47'si çocuklarının geleceğini böyle bir ekonomiye emanet etmeyi uygun buldu.
Bir başka husus, tekelleşme ve çapraz tekelleşme vasıtasıyla hemen hemen tamamı "yerli", yabancı üçbeş kişinin eline geçen basın-yayın organlarının 22 Temmuz öncesi manipülasyonu Hitler dönemi Almanyasını çağrıştırıyordu.
Yazılı ve görsel basın küresel emperyalizmin çekirge sürüsü niteliğindeki sıcak paranın Türkiye'ye akışını yabancı "yatırım" diye sundu. Medyaya göre Türk milleti 777 numaralı biletle gidilen cennete kavuşmuştu, ekonomik kalkınma almış başını gidiyordu.
Aslında ne yabancı yatırım, ne cennet, ne de kalkınma söz konusuydu. 75-90 milyar dolarlık sıcak para dünyanın en yüksek reel faizini veren Türkiye'yi mesken tutmuştu. Bankacılık, telekomünikasyon şirketlerini, televizyon ve radyoları satın alıyorlar, ne istihdam artışı sağlıyorlar ne de katma değer.
Sonuçta cam gibi kırılgan bir ülke ekonomisi ile vesayet altında bir ülke yönetimi ve dış politika.
Biz bu filmi görmüştük. 1838 Balta Limanı Serbest Ticaret Antlaşması ile başlayan, 1854'de ilk dış borç, 1875'de moratoryum ve 1914'te iflas. 1854'te 5 milyon İngiliz Sterlini ile başlayan dış borç macerasını İsmet İnönü 13 Temmuz 1947'de Cumhuriyet Türkiyesi'ne taşıdı. ABD'den 200 milyon dolar ile başlayan macera 3 Kasım 2002 seçimlerinde 220 milyar dolar iç ve dış borca ulaştı. 22 Temmuz 2007'de ise toplam borç stoku 410 milyar dolar ile toplam milli gelirimiz düzeyine çıktı.
Siyasal "İslamcı" kadrolar belediyelerden başlayarak Türk seçmenini tarihimizde hiç olmayan bir rüşvete alıştırmışlardı.
Mübarek Ramazan ayındaki iftar çadırları bile rüşvet mekanizması olarak kullanılmıştı. AKP'li belediyeler Türk insanını rencide eden tarzda yardım adı altında bir SADAKA kültürünün ortaya çıkmasını sağladılar.
Türk insanının ağır ağır gururu kırıldı, "Hint miskini" veyahutta "Medine dilencisi" kitleler inanılmaz sayıya ulaştı.
Sadaka dağıtımı 22 Temmuz seçimi öncesi devlet sırtından AKP hesabına "al kömürü ve alışveriş çekini ver oyu" ile 10 milyon insana ve iki milyar dolara ulaştı. (Bir örnek için Cumhuriyet gazetesi 16 Temmuz 2007)
Anadolu'da bir söz vardır: "Orospuluk gönüllü bir çimdikle başlar" diye. Geçelim.
Açıkçası ben, 12 Eylül 1980 darbesinde olduğu gibi "Our boys have done it" tarzı bir destek ve bağ kurmuyorum ama halk arasında "danışıklı dövüş" dedikodusu almış yürümüş vaziyette… Anladınız, 27 Nisan e-bildirisi ve Cumhurbaşkanlığı süreci ile Anayasa mahkemesinin 367 şartı 22 Temmuz seçiminin sonucunu belirleyen en önemli unsurdur.
"Dindar Cumhurbaşkanı seçtirmediler" propagandası öncelikle iç Anadolu, Karadeniz, Doğu Anadolu ve üç büyük şehrimizin varoşlarında çok etkili oldu.
İyi hoş 1983 genel seçimlerde de Kenan Evren bir gece önce yaptığı konuşmayla Turgut Özal'ı yüzde 45'le iktidara ulaştırmıştı.
Bir diğer husus, Cumhuriyet mitinglerinde atılan "şeriata geçit yok" benzeri haddini aşan sloganlar ile hakkında "Hıristiyan misyoner olduğu" basında bile yer alan Prof. Türkan Saylan'ın konuşmacı olarak seçilmesi… Hâsılı "Cumhuriyet" mitingleri geri tepti.
CHP tarzı muhalefete gelince, iflas etti ve burada analiz etmeye bile gerek yok. Şunu da belirtmeliyim, CHP'ye Genel Başkanlık için ortada dolaşanların hiçbiri Baykal kadar yetenekli ve milli çizgide değildir. Hadise hemşehrim Deniz Baykal'da değil, toptan sol algılamada. Sol, Atatürk'ün milli çizgisinden ziyade İnönü çizgisinde ısrarlıdır.
Kaldı ki Sayın Baykal ve ekibi de R.T.Erdoğan'ın Siirt milletvekilliğinin ve Başbakanlığı'nın önünü daha işin başında açmışlardı.
TÜSİAD ve MÜSİAD bu süreçte ne yaptılar? Her ikisi de ABD, İsrail ve AB'yi varlıklarının yegane temeli sayan kuruluşlar.
Yeni Harman adlı sosyalist bir derginin Haziran 2007 sayısında "Erguvaniler" adlı kitabın yazarı Tayfun Er ile yapılmış röportajdan kısa bir alıntı yapalım:
"Çarpıcı akrabalık ilişkilerine değiniyorsunuz. Örneğin Bülent Ecevit'le Engin Noyan, Koç ailesiyle Ülker ailesi arasındaki akrabalıklar… Bu anormal bir durum mu sizce?"
"Ben iki yıl akademik olarak sadece istatistik çalıştım. Master tezimin başlığında 'istatistiksel analiz' ifadeleri vardır. Bu durum 'ANOMALİ' belirtisidir. Bunun açıklanması gerekiyordu ve ben de yıllarca bunun için uğraştım. Bunları normal sayan hiç kimse bilimsel değerlendirme bilmiyor demektir."
Ben yorum yapmıyorum.
Teknoloji üretmek, istihdam artırıcı yatırım yapmak gibi bir dertleri olmayan yukarıdaki iki dernek üyesi zevat başbayilikten, ticari mümessillikten emlakçılığa transfer olmanın keyfi ile AKP'yi analarının ak sütü gibi helalinden desteklediler.
Geçmişte "ithal ikamesi" ile devletin ve milletin sırtından kanı canlanan bu zevat artık küreselciydi ama kamu arsları ile yeniden devlet sırtından hızlı büyümenin, rantın cazibesini de boş vermiyorlardı.
Sosyalist ve komünist ülkeler "Kamu yoluyla" sanayileşmişti. Kapitalist Avrupa da ise temel endüstri ve finans kamunun elindeydi. Japonya kalkınmada "yap-işlet-devret" modelini kullanmıştı. Pasifik kaplanları denen Kore, Tayvan, Tayland gibi ülkelerin sanayileşme modeli "devlet teşvikleri" yoluyla kalkınmaydı.
Türkiye ise sıcak para olarak adlandırılan Küresel sermaye ile kalkınarak(!) dünya iktisat tarihinde bir ilk olacaktı.
Milli olmayan bir eğitimden bile yeterince nasibini alamamış milyonlar birde fakirlik girdabının içine düşürülmüş, tam bir şuur bulanıklığı yaratılmıştı.
Bu ahval ve şartlar altında MHP'nin güçlü bir grupla TBMM'de yer alması MHP'ye zor ve tarihi bir görev yüklüyor.
Devlet Bahçeli Liderliğindeki MHP'nin Hitler tarzı siyaset ile Selefi anlayışında bir İslam yerine Atatürk ve İmam Maturidi'nin yolunu tutmuş olması Türkiye için en büyük şanstır.
Sonuç olarak, Türkiye'nin durumu 777 numaralı biletle cennet yerine 666 numaralı biletle cehenneme gitmek arasında bir yeri işaret ediyor.
Malum Hıristiyan kültüründe 777 İsa'nın, 666 Şeytan'ın temsilcisi numaralardır.
Ben haklı çıkmak istemiyorum. Yanılmak istiyorum, yanılmak.
-------------------------------------------------------------------
ATATÜRK İLKELERİNE TIRPAN
10.09.2007
Anayasa´nın değiştirilemez maddeleri arasında yer alan "Dili Türkçedir" ifadesi ise "Resmi dili Türkçedir" olarak değiştiriliyor
AKP'nin akademisyenlere hazırlattığı anayasa taslağında, laikliğe yeni bir tanım getirilmesi, eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda yapılacağı ilkesinin çıkarılması öngörülüyor.
Anayasa'nın değiştirilemez maddeleri arasında yer alan "Dili Türkçedir" ifadesi ise "Resmi dili Türkçedir" olarak değiştiriliyor.
AKP ve akademisyenlerin, Anayasa taslağı üzerindeki çalışmaları sürüyor. Akademisyenlerin hazırladığı taslakta, laikliğe yeni bir tanım getirilmesi, eğitim ve öğretimin Atatürk İlke ve İnkılapları doğrultusunda yapılacağı ilkesinin çıkarılması öngörülüyor. Eğitim ve öğretim hakkı başlıklı maddede de, türban yasağının kaldırılmasıyla ilgili, iki seçenekli öneri getiriliyor.Taslağa son şeklinin verilmediğine dikkat çeken Anayasa Komisyonu Başkanı AKP'li Burhan Kuzu, sivil anayasada, cumhuriyetin kazanımlarında, en ufak bir aşındırma sözkonusu olamayacağını öne sürdü.
Cumhuriyet Gazetesinin haberine göre akademisyenlerin hazırladığı taslakta laiklik ilkesi yeniden tanımlanıyor.
KÖKLÜ DEĞİŞİKLİKLER
"Laiklik din ve vicdan hürriyetine sahip olan bireylerin bu hürriyeti kullanarak kendi inanç dünyalarını belirleme ve onun gereklerine göre yaşama konusunda güvence sağlayan bir ilkedir"deniyor.
"Din ve vicdan hürriyeti" başlıklı maddede köklü değişiklikler önerildi. Buna göre herkes din ve inanç hürriyeti; tek başına veya topluca, alenen veya özel olarak ibadet, öğretim ,uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama ve bunları değiştirebilme özgürlüğünü de içerecek.
İbadet, dini ayin ve törenlerin "Demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde yapılamayacağı"na ilişkin hüküm metinden çıkarıldı.
Temel hak ve özgürlüklerin "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, laik cumhuriyetin gereklerine göre kısıtlanabileceği" hükmü kaldırılıyor.
DEĞİŞİKLİKLERE DİKKAT
Anayasa'nın değiştirilemez maddeleri arasında yer alan "Dili Türkçedir" ifadesi ise "Resmi dili Türkçedir" olarak değiştiriliyor.
Anayasanın eğitim ve öğretim hakkı başlıklı maddesi de yeniden düzenlendi. Eğitim ve öğretimin "Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda" yapılacağı hükmü kaldırılıyor. Bu maddeye türban yasağının kaldırılmasıyla ilgili iki seçenekli öneri getirildi. birinci seçenekte "Kılık ve kıyafetinden dolayı hiçkimse yükseköğrenim hakkından mahrum bırakılamaz", ikinci seçenekte ise "yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir" hükmü öneriliyor.
KUZU'NUN AÇIKLAMALARI
NTV'nin taslağa ilişkin sorularını yanıtlayan AKP Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu ise taslağa son şeklinin henüz verilmediğini belirterek, tartışmalı konulara ilişkin akademisyenlerden yeniden görüş istediklerine dikkat çekti.
TÜSİAD'ın Anayasa değişikliği konusunda dikkate alınmasını istediği kriterlere de değinen Kuzu, "Atatürk ilkeleri, anayasanın değişmez maddeleri, cumhuriyetin kazanımları ve temel değerlerinden en ufak aşındırma sözkonusu olamaz.kimsenin böyle bir niyeti yok. değerlendirmesini yaptı.
-------------------------------------------------------------------
14/09/2007'de Yayınlandı
ATATÜRKÜN İZİNDEKİ" FECRİKÂZİPLER VE AKP´Yİ İKTİDARA TAŞIYANLAR "
11.09.2007 Ramazan K. Kurt
Bu günlere 10 Kasım 1938'den beri adım adım getirildik.
Cennetmekân Atatürk, milli, laik, üniter sistem ve Müslüman Türk milleti temeline dayalı Türkiye Cumhuriyeti devletini kurdu.
Devletin sahibi Müslüman Türk milletinin inanç homojenliği ve doğru İslam bilgisi edinmesini sağlamak maksadıyla dört maddeden oluşan Diyanet İşleri Başkanlığı'nı hayata geçirdi. Gazi'nin bu başkanlığı Genelkurmay ile aynı zamanda kurması tesadüf olabilir mi?
Bununla yetinmedi. Elmalılı Hamdi Yazır Hoca'ya Kur'an tefsir ve mealini sipariş etti. Tek şart bunların Türklerin itikadı mezhebi Maturidi anlayışına uygun olmasıydı. Amelde ise Hanefi mezhebi.
İmam Maturidi 850-950 yılları arasında Semerkand'da yaşamış bir İslam âlimi Türk'tür.
Maturidilik iman ve aklı birlikte kullanmak demekti. Hanefi fıkhına uygundu. Yüce Kur'an'da "Siz aklınıza danışmaz mısınız?" mealindeki 60 ayet dinimiz İslam'ın akla verdiği önemi gösterir.
Sonra İnönü ile başlayan "karşı devrim" geldi. Atatürk'ün milli devleti ilk tasfiyeyi İnönü'nün döneminde yaşadı.
Tasfiyenin nasıl ve niçinini Prof. Dr. Çetin Yetkin'in "Karşı Devrim 1945-1950" adlı kitabından okuyabilirsiniz.
Sonra Menderes, Demirel, Özal ve diğerleri sandıktan çıktı…
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat kışladan çıktı…
Aslında sandıktan çıkanlar ile kışladan çıkanlar arasında özde hiç fark yoktu.
Hepsi "Atatürk'ün izinde" ki Fecrikâziplerdi… Fark olmadığı için bu hallere düştük.
Kuzey Irak'ta "Kürt devleti" sivil ve asker "Atatürk'ün izinde" ki ahmakların çapsızlığı sayesinde son 50 yılda kurulmadı mı?
Bir tarafta Atilla İlhan'ın deyimi ile "ceberut laikler" diğer tarafta "siyasal İslamcı", ancak etnisiye ortak paydasında birlikte hareket eden işbirlikçiler… Atatürk'ün ölümünden sonra siyasi ve iktisadi mekanizmayı kontrol altına alan yüzde birlik, laik-beynelmilel solcu, siyasal İslamcı ve liberal sağ-küreselci elitler; (R. Kağan Kurt, Bayrak Türklerin Ya Ekonomi, Birharf Yayınları)
Sağcı veya solcu yüzde doksan dokuzluk reaya çocukları Türk milletini, Atatürk'ün Türk milliyetçiliğine ve Kuran'daki gerçek İslam'a hasret bıraktılar.